FERDİNAND: BAŞKA BİR HAYAL MÜMKÜN
Blue Sky etiketiyle
çıkan bir film Ferdinand. Tabi Blue Sky denildiği zaman
insanların aklına önce Buz Devri serisi geliyor ama
Ferdinand’da kendi çapında çok hoş bir yapım olmayı
başarmış tek atımlık bir film. Bu filmden bir seri çıkmasa
bile izlerken oldukça keyif verici olacağına eminim. En azından
dün gece izlerken ben böyle hissettim.
Şimdi öncelikle
merak edenlere bir fikir vermesi için filmin fragmanına bir göz
atalım:
Filmimizin ana
karakteri Ferdinand isimli siyah ve aşırı iri olan ancak bu
kocaman cüssesinin içinde çiçek seven, şiddete karşı, güreş
boğası olmak istemeyen ve özgür bir ruh barındıran bir boğa.
Film Ferdinand’ın buzağı olduğu ve Casa del Toro isimli güreş
boğaları yetiştiren bir ahırda yaşadığı yıllarda başlıyor.
Bu ahırda boğalar için iki seçenek vardır; ya dövüşçü
olursun ya da et. Ferdinand dışında tüm boğalar ve buzağılar
da en iyi dövüşçü olmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu
kişilerden birisi de Ferdinand’ın babasıdır ve bir gün ahıra
gelen bir matador Ferdinand’ın babasını güreş için seçer ve
götürür. Ancak babayı götüren araç akşam boş bir şekilde
dönünce Ferdinand acı gerçeği anlar ve o anda korkuyla ahırdan
kaçar. Ahırdan kaçtıktan sonra yakınlardan geçen bir trene
atlar ve oradan kurtulur.
Trenden indikten
sonra ormana kaçan Ferdinand, orada şanslı şekilde çiçek
yetiştiren bir çiftçi olan Juan ve köpeği Paco tarafından
bulunur ve böylelikle tam kendine uygun bir yuva bulmuş olur.
Ayrıca Juan’ın kızı Nina da Ferdinand’ın en yakın arkadaşı
olur ve yıllar içinde birlikte büyürler. Yıllar geçtikçe
Ferdinand gerçekten çok irileşir ve normal bir boğadan daha iri
bir hal alır. Ve böyle kocaman olduğu bir yaz Juan onu, her yaz
beraber gittikleri çiçek festivaline götürmemeye karar verir
çünkü aşırı iri cüssesinin şehirde sorun yaratacağını
düşünür. Juan, Nina ve Paco birlikte festivale giderler ve
Ferdinand çiftlikte tek başına kalır. Tabi sadece kısa bir süre.
Sonra gizlice şehir merkezine iner ve maalesef çeşitli
talihsizlikler ve iri cüssesi sebebiyle Juan’ın olmasından
korktuğu şeye sebep olur ve festival alanını darmadağın eder.
İşte bu şekilde asıl macera başlar. Sahip olduğu mutlu aileden,
sakin hayattan yaptığı bir hata sonucu koparılır ve şehri
dağıttığı için güvenlik güçleri ona el koyar ve kendini
tekrar, yıllar önce kaçtığı Casa del Toro’da bulur.
Casa del Toro’ya
dönüşle birlikte filmin ikinci yarısı başlamış oldu. Yıllar
sonra tekrar döndüğü ahırda çocukluk arkadaşlarını bulan
Ferdinand bir de kaçık keçi Lupe ile bir dostluk kurar. Böylelikle
hem çocukluk arkadaşlarına et ya da dövüşçü olmak dışında
bir seçenek daha olduğunu göstermeye çalışırken hemde ailesine
dönmenin bir yolunu bulmak için mücadelesine başlamış olur
sevgili Ferdinand. Tabi bunlar olurken El Primero isimli bir matador
çıkagelir ve son güreşi için bir boğa seçmek ister. Durumlar
bu şekildeyken acaba Ferdinand hem kendini hemde arkadaşlarını
boğaların kaçınılmaz sonundan kurtarabilecek mi yoksa yıllar
önce babasının yaşadığı aynı kaderle mi yüzleşecek? Sonu
arena mı olacak yoksa o çiçekli tepeleri tekrar görebilecek mi?
Tüm cevapları izlerken bulacaksınız. Yaklaşık olarak bir buçuk
saat boyunca sıkılmadan izlenebilecek bir animasyon olduğunu
düşündüğüm bu filmi yazıyı okuyan herkese öneriyorum.
Şimdi, filmle
ilgili değinmek istediğim benim çok hoşuma giden iki şeyden
özellikle bahsetmek istiyorum. İlki kirpiler. İsimleri Una, Dos ve
Cuatro (Bir, İki ve Dört) olan bu küçük elemanlar adeta filmin
maskotu görevini üstleniyor. Tabi bir de kayıp kardeş Tres (Üç)
var. Film boyunca çok eğlenceli sahneleri olan kirpiler bende Buz
Devri’nin sincabı Scrat’ın o seride üstlendiği pozisyona
benzer bir his uyandırdılar ve gerçekten iyilerdi. Diğer şey ise
kesinlikle izlenmesi gerekli diye düşündüğüm bir sahne.
Boğaların yan ahırda kalan kendini beğenmiş atlarla yaptıkları
dans savaşıydı. Oldukça iyi ve komik bir sahneydi. Ayrıca
atların karakterleri de olayı daha ilgi çekici bir hale getirmişti
bana göre. Yani kısaca film güzel ya, izleyin.
Sonuç olarak, yani
toparlayacak olursak, Ferdinand filmi bize ne anlatmaya çalışıyor?
Her zaman başka bir yol vardır diyor bence. Bizim hayatımıza, kim
olduğumuza ya da kim olmak istediğimize başkaları ya da toplum
değil biz karar veririz, biz karar vermeliyiz. İki seçenekten
birini seçmek zorunda değiliz. Dövüşçü ya da et olmamalı
seçeneklerimiz, her zaman kendimize başka yollar bulabilmeliyiz.
Hayaller kurmalıyız, o hayallerin peşinden koşmalıyız.
Başkalarının dediği gibi değil, kendi istediğimiz gibi
yaşamalıyız. Yani pes etmek ya da kabullenmek yerine her zaman
başka bir yol olabileceğini düşünmeliyiz. Unutma, her zaman
başka bir yol var, sen sadece hayal et.
Kazan (18/07/2018)
Yorumlar
Yorum Gönder