DONDURMA!
Dondurma! Ne kadar
güzel bir yiyecektir öyle değil mi? Herkes sever, çok sever ve
hatta bayılır. Çikolatalı, çilekli, vanilyalı ve daha onlarca
çeşit dondurma. Özellikle çocuklar için anlatılmaz bir mutluluk
kaynağıdır. Yetişkin olmadığın ve henüz kendi paranı
kazanmadığın ya da daha para ile haşır neşir olacak yaşlara
gelmediğin için ayrı bir kıymeti vardır dondurmanın çocuk
yaşlarda. Öyle gidip bakkaldan dondurma alamazsın tek başına,
dondurmayı almak için ya yanında bir büyük olacak ya da evde
beklerken ebeveynlerin sana bir sürpriz yapacak ve eve getirecek.
Öyle özel, öyle kıymetli bir şeydir 5 yaşında bir çocuk için
dondurma. Sadece bir yiyecek değil, sadece bir tatlı değil, bir
ödüldür o!
Eee tabi bir de
dondurmayı yemenin kuralları vardır. Kuralları bir defa bozarsan
annen sana o dondurmayı bir daha zor gösterir. Kurallar diyorum ama
öyle upuzun bir liste yok. Sadece öyle tek seferde çok çok fazla
yemeyeceksin ve dondurma yedikten sonra ılık su içeceksin. “Ya
bıraksana beni anne ya istediğim kadar yemek istiyorum.” diye
isyan edeniniz çok olmuştur eminim ama elbette anneler dondurmaya
acıdığından böyle yapmaz ya. Bademcikleriniz şişer, hasta
olursunuz diye korkarlar da ondan. Sonuçta siz onların biricik
yavrususunuzdur ve hasta olmanız bu dünyada en son isteyecekleri ve
hatta istemeyecekleri tek şeydir. Tabi ilkokul ikinci sınıfta
bademciklerimi aldırdığımdan beri ben bu kurallardan muaf hale
geldim.
Gelelim biraz daha
büyük yaşlara. Hani artık parayı kullanmayı öğrendiğiniz
yaşlar. Dondurmanın sizin için yeni bir keşif olduğu değil de
adeta bir tutku olduğu yaşlar. Şimdilerde ilkokul kantinleri
nasıldır bilmiyorum ama benim zamanımda Nisan ortası gelmeden
okul kantinine dondurma düşmezdi. Düşünsene bir; hayatındaki en
büyük tutkulardan birisi ve sen onu yiyebilmek için aylarca
beklemek zorundasın. Aylarca ya aylarca! Aylarca! Neymiş efendim,
kışın dondurma yenmezmiş; ya arkadaş bu lafı kim ortaya attı,
ilk kim söyledi? Hani bir bilen varsa bana da söylesin; bir küçücük
bir şey deneyeceğim. Neyse, dondurmaya geri dönelim. Dönelim
dönmesine ama şöyle sakinleşip bir düşününce aslında belkide
dondurmayı bu kadar kıymetli yapan bu bekleyişin ta kendisiydi.
İşte bu bekleyişin sonunda Nisan ortası gibi kantine dondurma
gelir. Bu haber tüm okulda bir duyulur. Tenefüslerde bitmek
tükenmek bilmez kuyruklar oluşurdu kantin önünde. Efendime
söyleyeyim, sonrasında çoğu yerde hüzün, az biraz bazı
yerlerde mutluluk çığlıkları. Neden mi? Neden olacak; BEDAVA
dondurma yazısı. Uzun zamandır çubuğunda bedava çıkan bir
dondurma yemedim ve hala varlar mı emin değilim ama o zamanlar çok
özel bir şeydi, eee bir de tam bir cüzdan katili tabiki.
Dondurma çubuğunda
bedava bulmak büyük olaydı o yaşlarda. Kantine gidilir, dondurma
dolabı açılır, dondurma paketleri tek tek kontrol edilir ve
sonunda özenle bir tane seçilirdi. Sonrasında törensel bir
şekilde paketin açılması, dondurmanın yarı zevkle yarı telaşla
yenme süreci, bu sırada dondurma alamayan diğer arkadaşların
dondurma sahibini sanki dondurmayı yiyen kendileriymişçesine
izlemeleri ve dondurma yeme şekli hakkında yaptıkları “Ben
olsam şöyle yerdim, yok efendim burdan yalanmaya başlanmaz...”
gibi yorumlar, derken işte o an; dondurma biter, çubuk tek damla
dondurma kalmayacak şekilde temizlenir ve... Bu işin sonunda sizi
iki seçenek bekler. Ya boş bir çubuk ya da bedava yazısı. İlk
seçenek aslında en rahatıdır çünkü zaten dondurmayı
yemişsinizdir ve çubuk da boş çıkınca etrafınızdaki gereksiz
kalabalık dağılmıştır. Ancak, çubukta bedava varsa asıl
karmaşa o zaman başlar. Asıl kirli oyunlar o zaman döner. Bir
anda o kalabalığın hepsinin en iyi arkadaşı olursunuz. O
sevmediğiniz gıcık çocuk varya hani; işte o bir numaralı
kankanız olur, diğer yandan dondurma alacak parası olmadığını
bildiğiniz o arkadaş bir şey söylemeden size sadece en masum
gözleriyle bakar, sadece bakar. Eee birde küçük kardeşiniz
varsa; tabiki bedavayı ona vermeniz gerekir. Sonuçta abi/abla olmak
bunu gerektirir. Fakat her şeye rağmen bir ikinci dondurmayı yemek
neden sizin hakkınız olmasın ki? Sonuçta o sizin şansınız değl
mi?
Peki söyleyin bana,
ilk defa dondurma yediğiniz günü hatırlıyor musunuz?
Hatırlayanınız var mı? Ben çok net hatırlıyorum. Yani en
azından hatırladığım ilk dondurma anım o güne ait. Öncelikle
biraz öncü bilgiler vermek istiyorum size. Ben Sivas’ın küçük
bir dağ köyünde dünyaya geldim. Küçük diyorum ama gerçekten
çok küçük. Hatta köy değil bir mezra benim doğduğum yer. O
yüzden benim köyümde öyle her canım istediğinde gidip alışveriş
yapabileceğim bir bakkal hiçbir zaman olmadı. Köyde alışveriş
yapacak bir yer olmadığı için de babam her Çarşamba ilçeye
gider evin alışverişini yapar ve geri köye döner. Bu yılların
geleneği ve mecburiyetidir bizim evde. Eee hal böyle olunca bende
istediklerimi akşamdan listeye yazdırırım ki diğer gün babam
unutmasın. Eksiksiz bir şekilde alıp gelsin. Şimdilerde babamın
altında iyi kötü bir arabası var ve alışveriş bitince çok
kısa sürede hemen köye dönebiliyor ancak eskiden böyle değildi.
İlçeye traktör ile gidip gelirdi ve yolculuklar da sıcak yaz
güneşinin altında çok daha uzun sürerdi. Düşünsenize bir; o
sıcakta traktörde gelen bir dondurma ne hallere girer, başına
neler gelir. O yüzden eğer dondurma yemek istiyorsam benim babamla
gitmem daha mantıklı bir hareketti ama bu sefer de şöyle bir
sorun vardı; babam peynir pazarını ve müşterileri kaçırmamak
için sabahın erken saatlerinde kalkıp yola çıkardı. O saatte
kalkmak da ayrı bir dert. Tamam dondurma seviyorum ama eee uyumayı
da çok seviyorum.
Neyse bunlar bir
yana gelelim o güne. Sanırım o zaman 4 yaşında falanım. Yani
daha kız kardeşim dünyaya gelmemiş. Bu da demek oluyorki
dondurmayı paylaşmam gereken hiç kimse yok. En azından o an için.
Tam emin değilim ama ya babam tek başına ya da annemle ikisi
beraber ilçeye gitmiş ve geri gelmişler. Bende o sırada salonda
oyuncaklarımla oynayıp kendi hayal dünyamda kaybolmuşum. Mutlu
mesut oyun oynarken ikisi birlikte beni mutfağa çağırdılar ve
bir sürprizleri olduğunu söylediler. Heyecanlandım. Buzdolabının
soğutucu kısmını açtı annem, içinden kornet dediğimiz türden
çikolatalı bir dondurma çıkardı. Uzun yolun sonucu olarak
dondurma erimişti belli ama buzdolabında kendini biraz da olsa
toparlamıştı. Sanırım televizyon reklamlarında gördüğümden
ne olduğunu biliyordum ama daha önce yemediğimden ya da yediysem
bile hatırlamadığımdan müthiş bir heyecan duyuyordum. Hızla
paketi yırttım ama tam olarak bütün ambalajdan kurtulamadım.
Sonra hemen dondurmayı ağzıma götürdüm; kah yalayarak, kah
ısırarak o ilk dondurmamı hızla bitirdim ama bu sırada ağzım,
burnum, ellerim hep çikolata içinde kaldı. Çok belli bu işi pek
becerememiştim ama yinede müthiş keyif almıştım. İşte o
günden beri dondurma yemek çok büyük bir mutluluk benim için.
Ancak bunun sebebi sadece dondurmanın tek başına gerçekten güzel
bir şey olması mı yoksa o an, o mutfakta, ben o dondurmayı yerken
annem ve babamın gözlerinde gördüğüm mutluluk ışığı mı?
Aslında cevap çok belli. Tamam dondurma güzel ama dört yaşında
bir çocuğun o mutfakta ailesiyle yaşadığı o kısacık an paha
biçilemez. Sizi seviyorum ailem, dondurmayı sevdiğimden daha
çok...
Yorumlar
Yorum Gönder