BATTLE OF SEXES
Battle of Sexes!
1973 yılında Billie Jean King ve Bobby Riggs arasında oynanan
tenis maçını anlatan biyografik filmdir. Ancak tabiki sadece basit
bir tenis maçından çok daha fazlası, çok çok daha fazlası...
Hikayemiz 1972’nin
en iyi kadın tenisçisi olan Billie Jean King ile başlar. 1972
yılını birçok başarı ile geride bırakan Billie Jean, 73
sezonuna hazırlanırken öğrendiği bir durum onun harekete
geçmesine ve mevcut düzene başkaldırmasına sebep olur. Peki
nedir bu durum? Önceki sezonda kadın ve erkek tenisçilerin
maçlarında aynı oranda bilet satılmasına rağmen bu sezon
erkeklerin alacağı ücret arttırılırken kadınlara neredeyse
erkeklerin alacağı ücretin onda biri kadar bir ödül parası
belirlenmiştir. Bu durumun değiştirilmesini talep eden Jean,
erkekleri üstün gören yöneticiler tarafından reddedilir.
Talebine olumlu bir geri dönüş alamayan Jean kadın tenisçileri
örgütleyerek federasyonu boykot eder ve boykota destek veren tüm
kadın tenisçiler ile birlikte kendi
turnuvalarını
düzenleyip ülke çapında tura çıkarlar.
Diğer tarafta ise
hikayenin bir diğer kahramanı Bobby Riggs de kendi dertleri ile
uğraşmakta ve bir çıkış yolu aramaktadır. Öncelikle biraz
Bobby Riggs’in kim olduğundan bahsedelim. Bobby, Wimbledon
şampiyonluğu ve birçok diğer başarı yaşamış ünlü ama artık
emekli olmuş eski bir tenisçidir. Emeklilik sonrası ikinci eşinin
babasının yani kayınpederinin şirketinde çalışmaya başlayan
Bobby’nin kumarbazlıkla ilgili büyük bir sorunu vardır.
Karısının isteğiyle bu durumdan kurtulmak için çeşitli
terapilere katılmaktadır ancak aslında kumar tutkusundan
vazgeçmeyi hiç istemez.
İşte bu iki
karakterin yolu Bobby Riggs’in kumar tutkusu ve tenis özleminin
bir sonucu olarak kesişir. Daha doğrusu Bobby, Billy Jean’i bu
duruma mecbur eder. Nasıl mı? Öncelikle Bobby kumardan kazandığı
bir araba yüzünden karısı tarafından evden kovulur. Evden
kovulduktan sonra ne yapacağını bilemez bir haldeyken televizyonda
Billy Jean’i görür ve aklına bir fikir gelir. Cinsiyetlerin
Savaşı! Kumardan kazandığı lüks arabadan elde edeceği paranın
ödül olduğu bir maç. Fikrini hemen Billy Jean ile paylaşır ama
kabul ettiremez. Bunun üzerine taktik değiştirir ve Billy Jean’in
rakibi Margaret Court’a teklif götürür. Margaret teklifi kabul
eder ve maça çıkar. Sonuç? Bobby ezici bir üstünlükle kazanır.
55 yaşında bir adam faal bir tenisçiyi kolayca yenmiştir.
Bobby ve Margaret
arasında geçen maç sonrasında kimi çevreler Billy Jean ve
arkadaşlarının giriştikleri işin boş bir hayal olduğunun ve
erkeğin kadından üstün olduğunun bir kez daha kanıtlandığının
söylevlerini atmaya başlarlar. Bu söylevler sonrası
mücadelelerinin baltalandığını gören Billy Jean teklifi kabul
eder ve tenis tarihinin en önemli olaylarından biri gerçekleşmiş
olur.
Gelelim hikayenin
bir diğer öenmli ve can alıcı kısmına. Billy Jean, tenis
turnuvası için çıktıkları tur sırasında bir kuaförde
birisiyle tanışır. Tanıştığı bu kadın onun üstünde çok
büyük bir etki bırakır ve bu etki zamanla aşka dönüşür ve
hatta bu kadın da onlarla birlikte tura katılır. Her şey
yolundadır ve Billy Jean bu kadın ile mutludur. Ancak bir sorun
vardır Billy Jean evli bir kadındır ve bu ilişkinin ortaya
çıkmasından korkmaktadır. Korkusunun temelinde kocasını üzme
ve ebeveynlerini kaybetme sıkıntısı yatmaktadır. Gel görki
sonunda kocası bu ilişkiyi öğrenir. Böylelikle Billy Jean aşkı
ve düzeni arasında sıkışıp kalır. Bir diğer taraftan da
ataerkil düzene açtığı savaşta da başı Bobby Riggs gibi bir
bela ile dertedir.
Filmin çok daha
fazla ayrıntısına girmek istemiyorum. Billy Jean hem Bobby Riggs’e
hem ataerkil düzene karşı hemde kendi içinde duygularına karşı
birçok cephede açtığı bu savaşı kazanabilecek mi? İzleyip
görün derim.
Son olarak birkaç
bir şey söylemek istiyorum. Baştan belirtmem lazım ben bu kadın
erkek eşitliği konularında öyle ahkam kesebilecek bir konumda
değilim ama naçizane kendimce düşündüğüm bazı şeyleri
belirtmek istiyorum. Bu filmi izlemek de bu durum hakkında beni
tekrar düşünmeye itti doğrusu. Öncelikle neydi Billy Jean’in
amacı? Bu ataerkil düzende kadınların hakkını savunmak ve bu
toplumda onlara eşitlik kazandırmak. Tamam ama bir yandan ataerkil
düzene ve güç sahibi erkeklere meydan okurken diğer taraftan
kendi içinde bu sistemin ona dayattığı kuralların, cinsiyet
rollerinin dışına çıkamıyordu. Tenis kortlarında kadınlar
için savaşıp düzene baş kaldırırken kendi yatağında özgür
olamıyordu. Billy Jean bize neyi gösteriyordu? Arzuların aile ve
toplum ile, bu toplumun kuralları ile çatışmasını.
Bana göre kadın bu
toplumun değişimini elde edecekse, bu ataerkil düzenden kurtulup
eşitliğe kavuşacaksa meseleye önce kendi içinden başlamalı.
Kendisi kendinin erkeğin eşiti olduğunu kavramalı, bunu
kabullenmeli. Sokaklarda, “Kadından Cumhurbaşkanı mı olur?”
gibi laflar duymamalıyız mesela, hele bunu bir kadından hiç
duymamalıyız. Ancak elbette bu iki günde, üç yılda olacak iş
değil. Binlerce yılda bu hale gelmiş bir ataerkil düzenden
bahsediyoruz sonuçta. Binlerce yılda oluşan bir şeyi yüz yıl
gibi bir sürede değiştirmek mümkün değil ama tabi zamanla ve
çabayla imkansız da değil. Bu zamanı verimli kullandığımız
takdirde daha eşit bir dünya yeni nesillerin öncülüğünde bizi
bekliyor. Bilmiyorum bu söyleyeceğim ataerkil bir yaklaşım mı
olacak ama bence çocuğu anne yetiştirir ve kendi değerinin
farkında olan bilinçli bir annenin yetiştirdiği çocuk da bu
düzeni değiştirecek bir bilinçle büyür.
Yine uzattım ama
bitiriyorum, filmden çok güzel bir replik ile:
“Bir gün kendimiz
gibi olmakta ve istediğimizi sevmekte özgür olacağız.”
Yorumlar
Yorum Gönder