BİR KÜÇÜK KİTAP LİSTESİ


Eminim kitapsever arkadaşlar çoktan listeye ekleyeceğim tüm kitapları ya okumuş ya da hakkında bir şekilde bilgi sahibi olmuştur ama okumayanlar olabileceğini düşünerek kitaplığımdan çok sevdiğim bazı kitapları sizinle paylaşmak istiyorum. Ben her birini çok severek okudum, umarım sizde seversiniz.

1) Gezgin Cambazlar (Jules Verne): 



"Her gün başka bir kasabada, her akşam başka bir handa, koca bir çadırı kurup toplayarak geçen ve onca yorgunluğa rağmen, seyircinin karşısına her zaman gülen bir yüzle çıkmak zorunda oldukları bir hayat bu… Bütün bu koşuşturmaca yetmezmiş gibi, kalan zamanlarda da zorlu koşullar altında seyahat edip duruyor, hayatlarını tekerlekler üzerindeki bir evde geçiriyorlar!
Ama artık yeter!
Bay Cascabel Amerika’yı terk etmeye ve ailesiyle anavatanı Fransa’ya dönmeye karar verdi çoktan…
Dile kolay. Gezgin cambazları Kuzey Amerika’yı boydan boya geçen, Bering Boğazı’ndan Fransa’ya uzanan zorlu bir yolculuk bekliyor.
Jules Verne’in (1828-1905), insanoğlunun zor koşullar karşısındaki direncini ve hayata nasıl bir tutkuyla bağlanabildiğini anlatan eseri Gezgin Cambazlar’ı bir solukta okuyacaksınız."


2) İki Şehrin Hikayesi (Charles Dickens):



"Dünya edebiyatının en önemli klasik kitaplarından biri olan 'İki Şehrin Hikâyesi', Charles Dickens'ın Fransız İhtilali yıllarını kaleme aldığı, ilk satırlarından itibaren okuyucuyu sürükleyen eşsiz bir başyapıttır.
İngiltere'nin Portsmouth şehrinde doğan Charles Dickens babasının borçları yüzünden hapishaneye düşmesi sonrasında fabrikada çalışabilmek için okuldan ayrıldı. İyi bir eğitim almamış olsa da erkenden yoksullaşması ona başarıya giden yolda yardım etti. Kariyeri boyunca 20 yıllık bir süre içerisinde haftalık olarak çıkan bir gazeteyi yönetti, 15 roman, 5 uzun öykü, yüzlerce kısa öykü ve kurgu dışı makale yayınlayıp yorulmak nedir bilmeden çalıştı ve çocuk hakları, eğitim ve diğer toplumsal konularda yenilikler için mücadele verdi. Yazar "İki Şehrin Hikâyesi" için "En iyi kitabım." demiştir.
Kitap, Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla, tarihin en karmaşık anlarından birinin, Fransız Devrimi'nin ekseni etrafında biçimlenmektedir. Suçsuz yere Paris'teki bir hapishanede 18 yılı hapis hayatı yaşayan, sonrasında eski bir dostunun yardımı ile kurtulan Dr. Manette'in tesadüfen Londra'ya dönüşü sırasında tanıştıkları bir Fransız olan Charles Darnay ile kızının yapacakları evlilik ve bunun ardından meydana gelen Fransız İhtilali'nin hayatlarına etkileri anlatmaktadır."

3) Hayvan Çiftliği (George Orwell):



"İngiliz yazar George Orwell (1903-1950), ülkemizde daha çok 1984 adlı kitabıyla tanınır. Hayvan Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş ikinci ünlü yapıtıdır. 1940'lardaki 'reel sosyalizm'in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında 'yergi' türünün başyapıtlarından biridir. Hayvan Çiftliği'nin kişileri hayvanlardır.
George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açıkça görülecektir. Öbür kişiler bire bir belli olmasalar da, bir diktatörlük ortamında yer albilecek kişilerdir. Romanın alt başlığı Bir Peri Masalı'dır. Küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değildir; ama roman, bir masal anlatımıyla yazılmıştır."

4) Bin Dokuz Yüz Seksen Dört/1984 (George Orwell):



"Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır."

5) Casus (Paulo Coelho):



"'Yanlış devirde doğmuş bir kadınım ben,
hiçbir şey düzeltemez bunu. Gelecekte hatırlanacak mıyım, bilmiyorum ama şayet hatırlanırsam mağdur bir kadın olarak değil, cesur adımlar atmış ve ödemesi gereken bedeli korkmadan ödemiş biri olarak
görülmek istiyorum.'
Mata Hari’nin tek suçu özgür bir kadın olmaktı: Sınırlar ve sınırlamalarla dolu bir dünyada kaderine boyun eğmeyen bir kadın...
Paulo Coelho, 20. yüzyıl başında casuslukla suçlanarak idama mahkûm edilen Mata Hari ile avukatı arasındaki yazışmalardan yola çıkarak kurguladığı Casus’ta bu olağanüstü kişiliği bir roman kahramanına dönüştürerek hayatın ve aşkın gizemlerini sorguluyor."

6) Elif (Paulo Coelho):



“'Hilal’e isminin anlamını sordu; Türkçede ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi demektir. Ülkemin bayrağında da vardır hilal...'
Elif’in başkahramanı dünyaca meşhur yazar Paulo Coelho, bir süredir bilgelik yolunda gelişmesinin durduğunu hissetmektedir. Belki de yapması gereken tek şey, esrarengiz ustası J.nin tavsiyesine uyup, “Gönlünün onu çektiği yere,” gitmektir...
Rastlantılar Coelho’yu Rusya’ya savurur. 9288 kilometrelik yolu, bu uçsuz bucaksız ülkeyi, baştan sona trenle kat etmeye karar verir. Daha ilk durağından itibaren manevi bir arayışa dönüşen bu yolculukta ona üç kişi eşlik eder: Bir Tao ustası, Rus yayıncısı ve en ilginci, yetenekli bir keman virtüözü olan, sıra dışı genç bir Türk kadını; Hilal...
Coelho, son romanı Elif’le, bir kez daha hayatı güzelleştiren hazineleri ve mucizeleri kutluyor. Zamanın, mekânın, yaşadığımız başka hayatların dışında bir yerde, katıksız “aşk”ın peşinde, ruhun upuzun yolunu kat ediyor.
Ama bu kez, bizlere çok tanıdık gelen duraklardan geçerek...
'Coelho’nun kitapları, milyonların hayatına büyü katıyor.'”

7) Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley):



Cesur yeni Dünya bizi 'Ford'dan sonra 632 yılına' götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, 'annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya uykuda eğitim ile sağlanır. Hipnopedya seyesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."

8) Drakula (Bram Stoker):



Kont Drakula’nın şatosu dünyayla cehennem arasında. Orada geceler gün, acılar zevk...
Masumların kanıysa en değerli şey. Genç Jonathan Harker bu kasvetli şatoya geldiğinde neyle karşılaşacağını asla tahmin edemezdi. Şatodan güç bela kaçıp İngiltere’ye döndüğünde de tuhaf ve ürkütücü olaylar peşini bırakmayacaktı.
Şehirdeki genç kadınların boyunlarında garip izler beliriyordu. Ya Harker’ın nişanlısı, ince ve kırılgan Mina? Kendini Drakula’nın ölümcül öpücüklerinden kurtarabilecek miydi acaba?
“Az sayıda roman, okuyucuyu çaresizce kendine bağlar.
Efsane kitap Drakula bunlardan biridir. Hikayesi kalıcı ve sivri, erotizmi güçlü, sıradışı bir klasiktir...”
- The Observer
“Bugüne dek yazılmış en güçlü korku öykülerinden biri.”

9) Semerkant (Amin Maalouf):



"Titanic'te Rubaiyat! Doğu'nun çiçeği Batı'nın Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydim!"
Amin Maalouf, "Afrikalı Leo"dan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen içiçe iki öykü... 1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi...

10) Tanrı’nın Kılıcı Attila (Ross Laidlaw):



M.S. BEŞİNCİ YÜZYIL BAŞLARI. 
Batı Roma İmparatorluğu, Cermen kabilelerinin istilası altındadır. Onları kovamayacak kadar zayıf düşmüş olan imparatorluk yönetimi, istilacılara federe bir statü vermek zorunda kalır. 
Büyük Roma generallerinin sonuncusu olan Aetius, zayıf ve kaprisli imparator ve onun haris annesinin üzerinde yükselerek, Batı Roma İmparatorluğu’nun adı konmamış hükümdarı haline gelir. Bir dizi başarılı sefer sonucunda, Cermen kabilelerine karşı zaferler kazanır ve onları yatışmaya zorlar. 
Bu arada eski dostu Attila, Hunlar’ın lideri, Doğu Roma İmparatorluğu üzerine yıkıcı bir saldırı başlatır ve gözünü henüz Batı’ya çevirmemiştir bile. Şimdi baş düşmanı haline gelmiş olan Aetius’u karşısında bulur. 
Süren epik savaşta, Roma ve Hun İmparatorluğu’nun geleceği söz konusuyken, Attila ve Aetius’un yüzleştiği risk asla daha büyük olamazdı. 
Bu sürükleyici roman, dostlukları şiddetli bir düşmanlığa dönüşen iki büyük adam arasındaki rekabeti anlatmaktadır. Bir tarafta güç ve hırsın simgesi Attila, diğer tarafta güçle asalet kazanan Aetius. Ross Laidlaw’un bu iki karakteri başarılı bir şekilde portreleştirmesi, dönem hakkındaki derin bilgisine ve Avrupa tarihinin bu nefes kesici dönemindeki zulmü, çürümüşlüğü ve umutsuzluğu sürükleyici bir şekilde anlatışına dayanmaktadır.

11) Dünyanın İlk Günü (Beyazıt Akman):



On beşinci yüzyılda, 19 yaşındaki genç sultan,
bütün dünyanın kaderini değiştirmek üzereydi…
Doğu Roma’nın merkezi Konstantinopol’den kaçırılan Alexander, yaşayabilmek için çocukluk aşkından ayrılmak zorunda kalır. Aşkına tekrar kavuşmaya söz veren Alexander, doğduğu topraklara hiç beklenmedik bir şekilde geri dönecektir. Aradığı adaleti başka topraklarda bulmuş ama ilk aşkını hiç unutmamış bir yeniçeri olarak… Aynı tarihlerde ve aynı coğrafyada, kaybettiği sevgili eşinin yasıyla birlikte elçiden çok seyyah olup çıkan İtalyan Alberti Balbi ise elyazması eserler kopyalayıp çoğaltan Müslüman bir kıza; Nilüfer’e vurulur. Alberti’nin, adeta eski aşkının ve yasının doğal bir uzantısına dönüşen bu imkânsız aşkı satır satır döktüğü gizli defteri, gittikçe tarihin en önemli tanıklıklarından birine dönüşecektir. Zira aynı dönemde, 19 yaşındaki bir sultan; genç Mehmet sadece Alexander ve Alberti’nin değil; bütün dünyanın kaderini değiştirecek bir olayı, İstanbul’un fethini gerçekleştirmek üzeredir…
Amerika’da yaşayan genç akademisyen Beyazıt Akman’ın üniversite kütüphanelerindeki kaynaklarla birlikte yerli ve yabancı yüzü aşkın eseri inceleyerek beş yıllık bir araştırmanın ardından yazmaya başladığı İmparatorluk, göz kamaştırıcı bu epikle açılıyor. Manisa’dan başlayıp İtalya’ya kadar uzanan, Gütenberg’den Bellini’ye değin pek çok tarihi simayı bir araya getiren roman, Hıristiyan-Müslüman ilişkilerine ve Doğu-Batı ikilemine dair pek çok şeyi yerinden sarsacak. Şövalyelerle yeniçeriler arasındaki çarpışmalar, nakkaşlarla Venedikli ressamlar arasındaki diyaloglar ve kültürlerle yürekler arasındaki gelgitlerle bezeli bu uzun soluklu aşk ve savaş romanı; çok uzun zamandır eksikliği hissedilen renkli ve görkemli bir imparatorluk panaroması sunuyor. Alexander’ın aşkını, Alberti’nin hüznünü ve Mehmet’in azmini film izlercesine, bir solukta okuyacak, bir daha unutamayacaksınız.
İmparatorluk, Dünyanın İlk Günü’yle başlıyor…

12) Kırmızı Pazartesi (Gabriel Garcia Marquez):



Kolombiyalı büyük yazar Gabriel García Márquez’in 1981’de yayımlanan yedinci romanı Kırmızı Pazartesi, işleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için kimsenin bir şey yapmadığı bir namus cinayetinin öyküsü. Hem Kolombiya’da, hem de yayımlandığı dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman. Usta yazar, çocukluğunu geçirdiği kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını aktarıyor. Romanın kahramanı Santiago Nasar’ın öldürüleceği daha ilk satırlardan belli. Kırmızı Pazartesi, yalnızca bir cinayetin arka planını değil, bir halkın ortak davranış biçimlerinin potresini de çiziyor. Böylece, sonuna dek ilgiyle okuyacağınız bu kısa ve ölümsüz roman, bir toplumsal ruhçözümü niteliği de kazanmış oluyor.

13) Yüzyıllık Yalnızlık (Gabriel Garcia Marquez):



""Yüzyıllık Yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli, kocaman bir evde, toprak yiyen bir kızkardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları birörnek bir yığın akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki yıldan daha az bir sürede yazdım. Ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı... Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım... Bu romanı büyük bir dikkatle ve keyifle okuyan ve hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek satır bulamazsınız.""

14) Benim Hüzünlü Orospularım (Gabriel Garcia Marquez):



Benim Hüzünlü Orospularım’ın başkişisi, yaşamı boyunca hiçbir kadınla parasını ödemeden sevişmemiş yaşlı bir gazeteci. Yalnızlığının çaresini günlük, sıradan ilişkilerde aramış bu çirkin ve çekingen ihtiyar, 90. yaş gününde kendine hiç alışılmamış bir armağan vermeye kalkışıyor. Eskiden tanıdığı bir genelev patroniçesini arayıp el değmemiş bir genç kızla birlikte olmak istediğini söylüyor. Patroniçe, onun bu isteğini yerine getirecek, ama yaşlı adam her ziyaretinde “uyuyan güzel” Delgadina’yı seyretmekle yetinmek zorunda kalacak, yaşamının güzünde kendisine böylesi bir oyun oynayan yazgısına boyun eğecek; ne ki bu çok özel ilişkiden o güne değin hiç tatmadığı bir aşk doğacaktır.
García Márquez, yaşlılığın hüznünü olağandışı bir aşkın coşkusuna dönüştürüyor. Belki de ölümü güzelleştirmek için... Ustanın elinden yaşlılığa, cinselliğe, aşka ve ölüme bir güzelleme.

15) Bir Kaçırılma Öyküsü (Gabriel Garcia Marquez):



Yazarlık mesleğine gazete ve haber ajansı muhabirliğiyle başladıktan sonra 1960'lı yıllardan beri Latin Amerika tarihini kendine özgü o `büyülü gerçekçilik' üslubuyla roman ve öykülerinde yeniden anlatmaya koyularak, sanki tüm Latin Amerika için bir kimlik arayışına giren, Nobel Ödülü sahibi Kolombiyalı büyük yazar Gabriel Garcia Marquez, Kolombiya'yı yıllarca haraca kesen uyuşturucu kaçakçısı Pablo Escobar'ın, can düşmanı olan öbür kartellerin elinden kurtulabilmek için bir yandan adalete teslim olma sürecini işletirken, öte yandan da pazarlık gücü kazanabilmek amacıyla tam dokuz kişiyi kaçırmasını anlatan `Bir Kaçırılma Öyküsü' adlı bu yeni kitabıyla, gazeteciliğe bir tür dönüş yapıyor. Birçok yapıtında gazete haberlerinden yola çıkmış olan Gabriel Garcia Marquez, bu kez haberi romanlaştırırken, hemen hepsi gazeteci olan bu dokuz kişinin, ailelerinin, dostlarının, onları kaçırıp rehin tutanların ve Escobar'la yapılan pazarlığı yürüten yetkililerin yaşadıklarını ve hissettiklerini büyük bir ustalıkla ve bir gazeteci gözüyle ortaya koyuyor; Kolombiya'nın bu karanlık dönemini irdelerken de, ülkesinin gerçeklerine bir başka açıdan ışık tutmuş oluyor. Bir Kaçırılma Öyküsü'nün bu basımını, yazıldığı dil olan İspanyolca dışında ikinci dilde yayınlayan ilk birkaç ülkeden biri olduğumuzu da övünçle belirtmek istiyoruz.

Not: Kitaplar için kullanılan açıklamalar kitapyurdu.com adresinden alınmıştır.

Kazan (13/09/2018)


Yorumlar