Köpek (Kurt) ve İnsana Karşı Vahşi Doğa!
Mevzuya
biraz dan diye, bodoslama giriyorum ama Hollywood’un köpek
filmleri meşhurdur bilirsiniz, hani muhakkak öyle ya da böyle
çocukluğunuzda, sinema salonunda olmasa bile televizyonda futbol,
basketbol oynayan; sahibini çeşitli badirelerden kurtaran o köpek
filmlerinden bir ya da ikisini izlemişsinizdir. Belki daha da
fazlasını. Bu filmler ara ara hortlayıp kendine sektörde bir yer
bulur ve bir şekilde kendini izletmesini bilir. Hatta belki bir tür
olarak bile değerlendirilebilir köpek filmleri.
Alpha
filmi de bir yönüyle bu türe dahil ancak hikayesiyle kendini çok
başka bir yöne çekiyor. İnsan ve köpek arasındaki tarihi
ortaklığın doğuşuna götürüyor bizi. Bu filmden sonra daha bir
emin oluyor insan köpek filmlerinin aslında neden bu kadar kendini
sevdirdiğinden. 10 binlerce yıl geriden gelen bir arkadaşlık,
dostluk, yardımlaşma ve ortaklık söz konusu neticede insan ve
köpek arasında. Avcı toplayıcı toplumdan günümüz modern
toplumuna giden süreçte köpeğin ve elbette diğer hayvanların
evcilleştirilmesi önemli, çok önemli bir basamak ve film
içerisinde gerçekleşen av sahnelerinde köpek ile girişilen
ortaklığın insana kazandırdığı avantaj bariz bir şekilde
tasvir ediliyor. Köpek, vahşi doğa ile giriştiği mücadelede
insana çok büyük bir destek, çok önemli bir güç katıyor.
Antik çağlardan modern çağa uzanan süreçte köpek her zaman
insan için vazgeçilmez bir ortak, yardımcı ve dost olmuştur.
İşte bu köklü dostluk ve güçlü bağlardır bize köpek
filmlerini sevdiren; köpekler hayatımızda varolduğu sürece
onları seveceğiz ve elbette filmlerini yine bu sevgiyle
izleyeceğiz.
Köpek,
insan, geçmiş derken filme bir türlü net olarak giriş yapamadım.
Giriş yapamadım diyorum ama aslında hikaye çok net; insanlar
kurtları nasıl evcilleştirip köpek denen varlıklara dönüştürdü.
Herhangi bir sürpriz son yok ya da buna yönelik bir beklenti
oluşturan bir hikaye yok ortada. Gerçekten yaşanmış bir süreci,
bize kurgu bir hikaye üzerinden, bana göre olayları çok abartıp
büyütmeden anlatan bir film var ortada.
Filmin
hikayesi ana karakterimiz “Keida” ve kabilesinin av süreci ile
başlar. Henüz ergenlik döneminde olan Keida o yıl ilk defa
kabilenin erkekleri ile birlikte ava katılır. Henüz tarım
toplumuna geçilmemiş olan bir dönemde kabile kışın hayatta
kalabilmek için gerekli olan yiyeceği avlanarak elde etmektedir. Av
sürülerinin peşinden uzun bir rotayı takip ederek, tahminimce,
güneye doğru yol alırlar. Bu arada filmin hikayesi 20 bin yıl
öncesinin Avrupası’nda geçmektedir. Kabile uzun yolculuğun
ardından bir bizon sürüsünü bir uçurum kenarında kıstırmayı
başarır. Av başarılı bir şekilde ilerlerken Keida, kendisine
saldıran bir bizon tarafından uçurumdan aşağı atılır.
Deneyimsizliğinin ve iç çelişkilerinin kurbanı olan Keida, öldü
sanılarak geride bırakılır. Böylelikle asıl hikaye başlamış
olur.
Uçurumdan
düştükten sonra bilincini kaybeden Keida, bir akbaba saldırısı
sonucu kendine gelir ve doğanın da yardımıyla bir şekilde
uçurumdan kurtulmayı başarır. Uçurumdan kurtulduktan kısa bir
süre sonra ise bu defa bir kurt sürüsünün saldırısına uğrar
ancak yine kurtulmayı başarır. Yakındaki bir ağaca tırmanan
Keida, bu sırada kurtlardan birini yaralamayı da başarır. Sürünün
oradan uzaklaşmasını bütün gece ağacın tepesinde bekledikten
sonra sabah ağaçtan inen ve yaraladığı kurdun hala canlı
olduğunu fark eden Keida, ilk başta kurdu öldürmeyi düşünsede
daha sonra bu fikrinden vazgeçerek onu da yanına alır ve yarasını
tedavi eder. Böylelikle ikisinin birlikte çıkacakları, insan ve
köpeğin bitmeyen yolculuğu başlamış olur.
Spoiler
olmaması için filmin kalan kısmından bahsetmeyeceğim. Şimdi
değinmek istediğim birkaç noktaya değinip, toparlayıp yazıyı
bitireceğim. Film doğa-insan, birey-toplum, baba-oğul gibi
çatışmalar çevresinde şekillenerek hikayesini güçlü kılıyor.
Her ne kadar en bariz ve güçlü çatışmamız doğa-insan
çatışması olsa dahi filmin ilk kısmında birey-toplum, baba-oğul
çatışmalarına da rastlıyoruz. Her iki çatışmanın odak
noktası da Keida. Toplumla birey olarak çatışıyor Keida çünkü
kabile kurallarını anlamakta ve uyum sağlamakta zorluk çekiyor,
farklı düşünüyor. Yaptıklarını, yaşadıklarını sorguluyor.
Öldürme eylemi konusunda tereddüt yaşıyor. Oysa kabilenin kalan
bireyleri bunu bir görev bilinciyle, sorgulamadan yerine getiriyor.
Diğer
yandan film içerisinde bariz bir baba-oğul çatışması olduğunu
söyleyebilirim. Keida’nın babası aynı zamanda kabilenin şefi
ve bu durum Keida üzerinde büyük bir baskı yaratıyor. Bir yandan
babasını gururlandırmak isterken, diğer taraftan ise onu hayal
kırıklığına uğratmaktan korkuyor. Aslında can almak konusunda
tereddüt yaşıyor olsa bile babasını utandırmamak için ava
katılıyor.
Elbette
en büyük çatışma doğa ve insan arasında. Tek bir insan vahşi
doğada hayatta kalmaya çalışıyor. Yağmur, kar, fırtına, açlık
ve elbette vahşi hayvanlar. Tek bir çocuk tüm bunlar karşısında
ayakta kalmak ve ailesine dönebilmek arzusu ile mücadele ediyor.
Kurdun evcilleştirilip “Alpha” adını almasıyla birlikte ise,
insan, doğa ile mücadelesinde desteği yine doğadan alıyor.
Anlatı
yapısına baktığımızda ise; giriş-gelişme-sonuç şeklinde
ilerleyen, klasik yapıda bir film karşımıza çıkıyor. Giriş
kısmında çevre ve karakterler tanıtılıp çatışma sebepleri
ortaya konuyor. Ana karakteri bu kısımda yakından tanıma
fırsatını buluyoruz. Giriş kısmında verilen bilgiler sonraki
süreçte ana karakterin kurdun yaşamını bağışlamasını sağlam
zeminlere oturtmamızı sağlıyor. Gelişme kısmında hikaye ve
çatışma, krılma noktasına doğru tırmandırılıyor,
karakterler bireysel olarak da hikayeyle birlikte gelişiyorlar ve
yaşanan kırılmanın ardından sonuç kısmında her şey tekrar
dengeye kavuşuyor. Mutlu son!
Peki
bu film sonuç olarak bize ne veriyor? Kurmaca bir hikaye ile
süslenmiş gerçek bir süreç sunuyor ilk olarak. Biraz zorlarsak;
toplumu ve aileyi bireyselliğin, bireyselleşmenin önüne koyan bir
film çıkıbilir karşımıza. İnsanlar topluluk halindeyken
güçlüler ve birlikte hayatta kalıyorlar. Keida yalnız kaldığı
ilk andan itibaren zorluklarla karşılaşıyor ve ne zamanki Alpha
ile bir aile, bir topluluk oluşturuyor; işte o zaman bir şeyler
tekrar yoluna giriyor onun için. Tabi 20 bin yıl öncesinde geçen
bir hikayeden günümüz modern toplumuna yönelik bir mesaj çıkarmak
ya da bunu aramak her izleyici için önem arz etmeyebilir.
Neyse,
son olarak şunu söylemek istiyorum; filmde beğendiğim bir diğer
nokta insanların İngilizce değil de başka bir yerli dili ya da
eski dili konuşuyor olmalarıydı. Bu tercih, bana göre, filmi daha
gerçekçi kılan bir unsur olmuş. Sonuç olarak, eğer boş
vaktinizi güzel bir film ile değerlendirmek isterseniz, ben size
“Alpha” filmini izleyin derim. İyi seyirler.
Yorumlar
Yorum Gönder