SUBURBICON


Bir Tatlı Sahte Huzur!




George Clooney’yi Ocean’s serisini ilk izlediğim günden beri gerçekten severim; yani oyuncu olarak. Ancak yönetmenlik kısmında yaptığı işleri sıkı sıkıya takip ediyorum diyemem. Yinede “Subirbicon” filminin fragmanı ile ilk karşılaştığımda, ilgimi çeken bir yanı olmuştu ve izlenecekler listeme ekledim. Tabi 8 Kasım 2017’de ülkemizde vizyona girmiş olan bu filmi ancak 21 Aralık 2018’de izlemiş olmam ilgimin derecesinin ne şiddette olduğunu belli ediyor.

Neyse, filmi sonunda, biraz gecikmeli de olsa izledim ve beğendim. Evet, beğendim. Fragmanı izlediğim zaman kafamda oluşan hikayeden farklı bir yönü olması da beni mutlu eden önemli bir etkendi. Ancak bu etken beni ayrıca düşündürdü de.

Kısaca filmin hikayesine değinecek olursak; film Subirbicon adlı sitenin reklam filmi ile başlıyor. Sloganları basit. Burada size huzur dolu bir yaşam ortamı sunuyoruz. İster Ohio’dan gelin, ister Missisippi’den ya da ABD’nin herhangi başka bir şehrinden; kendinizi burada mutlu ve huzurlu hissedeceksiniz. Müstakil evleri, evlerin kendine ait bahçeleri, geniş yoları, hastanesi, kilisesi, polisi, itfaiyesi ve süpermarketi ile insanların her ihtiyacını karşılayabilecek olan düzen içindeki bir şehir.

Reklamın ardından ilk gördüğümüz sahne postacı ile başlıyor. Caddede yürüyor ve ev sahipleri ile selamlaşıyor. Herkes mutlu, sıcak samimi bir ortam. Bu arada Subirbicon’un tam 12 yıl içinde sıfırdan inşa edildiği bilgisini reklamdan öğreniyoruz ve başlangıç yılı olan 1947’den 12 yıl sonrasında, yani 1959 yılındayız. Postacıya geri dönersek; mutlu postacı ev sahipleri ile selamlaşıp, sohbet edip, postaları dağıtırken bölgeye yeni taşınan ailenin evine yüzünde koca bir gülümseme ile gider ve kapıda siyahi bir kadın ile karşılaşır. Kadına evin hanımının nerede olduğunu sorar ve ev sahibinin o siyahi kadın olduğunu öğrenir. Bunu öğrendiği anda bizim mutlu postacının yüzündeki o koca gülümseme bir anda kaybolur ve oradan hızla uzaklaşırken diğer ev sahipleri ile bu bilgiyi hızlı bir şekilde paylaşır. Bu sahneden sonra ise Subirbicon’un “beyaz” sakinlerinin toplantısını görürüz. Reklamda sunulan mutlu, huzurlu ortamdan eser yoktur. O büyük kalabalık ağız birliği yapmış bir şekilde tamamı beyazlardan oluşan bu yerleşim yerine siyahların sokulmamasını, gelen ailenin bir an önce gönderilmesini site yöneticilerinden talep ederler. Yani Subirbicon’un medeniyeti ve huzuru, sadece beyazlar içindir.

Filmin bu girişi ABD’nin ırkçılık sorununu bize en net şekliyle, daha doğrusu dünyanın ırkçılık sorununu en net şekli ile gösterir. Reklam filmi ile tanıtılan, gayet medeni, mutlu, huzurlu, barışçıl olarak gösterilen Subirbicon bir anda ırkçılığın, şiddetin ve vahşetin sembolüne dönüşür. Film başında gördüğümüz nefret söylemleri ise hikaye ilerledikçe şiddet kazanır ve en sonunda nefret suçuna dönüşür.

Bu etkili girişten sonra asıl, ön planda olan hikayeye geçilir. İkiz kardeşler Margaret ve Rose, Rose’un evinin bahçesinde oturmuş fasülye ayıklarken yeni ev sahipleri hakkında konuşurlar ve bu sırada Rose’un oğlu Nicky’i komşunun siyahi oğlu ile bezbol oynamaya gönderirler. Margaret koyu kahve tonlarında saçlara sahipken, Rose’un saçları sarıdır ve ayrıca belden aşağısı felçlidir. 3 ay önce kocasının sürdüğü araba ile kaza geçirmişler ve Rose sakatlanmış.

Bu günün gecesinde Rose’un evine hırsızlar girer ve Rose, Margaret, Nicky ve Rose’un kocası Gardner’ı bağladıktan sonra onları bayıltıp evi soyarlar. Bayıltmak için kullanılan ilacın miktarı fazla geldiği için Rose’un organları iflas eder ve kadın ölür. Hikaye buradan itibaren hız kazanır. Rose’un küçük oğlu Nicky, hem bir yandan annesinin kaybına alışmaya çalışırken, hem komşunun oğlu Andy ile bir arkadaşlık kurmaya, hemde zamanla annesinin ölümünün ardındaki sır perdesini aralamaya başlayacaktır.

Dakikalar ilerledikçe, insanlara huzur vaat eden Subirbicon zincirleme bir şekilde, vahşetin kol gezdiği, insanların birbirini katlettiği bir kaos ortamına dönüşür. Böyle bir ortamda acaba küçük Nicky gerçekten kime güvenebilir ya da kime güvenmeli? Babası, teyzesi ya da onu oğlu gibi seven dayısı Mitch; hangisine?

Nicky, yeni hayatına adapte olup annesinin ölümü hakkında kafa patlatırken; Andy ise ailesinin karşılaştığı ırkçılık ile yüzleşmek zorundadır. Ön planda olan hikaye Nicky’nindir ancak Andy’nin yaşadıkları toplumsal açıdan çok daha geniş bir probleme ışık tutar.

Subirbicon’a geldikleri ilk andan itibaren Andy ve ailesi istenmezler. İnsanlar kapılarının önünde nöbet tutar, komşu evler onları görmemek için araya çit çekerler, Nicky’nin evi hariç; süpermarket onlara satış yapmamak için elinden geleni yapar, nöbet tutanlar gürültü yaparak onları rahatsız eder, film ilerledikçe Andyler’in evinin önünde nöbet tutan kalabalık sayısı her geçen gün artar; Subirbicon’da istenmeyişleri TV ve radyo programlarına konu olur. İnsanlar Subirbicon’a bu bölge tamamen beyaz bir toplumdan oluştuğu için geldiklerini söylerler ve olayların şiddeti doruk noktasını o kanlı gecede yaşar. Evin önünde biriken gurup sonunda harekete geçer ve eve saldırır. Polis engellemekte başarılı olamaz. Öfkeli grup eve saldırır, camları kırar ve arabayı ateşe verir.

Kabus dolu gecenin ardından olay yerine kameralar gelir ve insanlarla röportajlar yaparlar. Yaşanan tüm o şiddetten sonra bile insanlar Andy ve ailesi Subirbicon’a taşınmadan önce böyle şeyler yaşanmadığını, çok huzurlu olduklarını ve bu durumun onların kabahati olduğunu ima ederler. Aynı tavır gece eve saldıran kalabalıkta da vardır. Ortaya koydukları şiddetten dolayı en ufak bir pişmanlık göstermezler. Bu şiddeti göstermeyi adeta kendilerine bir hak olarak görürler.

Filmin sonu ise, olayların sabahında Nicky’nin evden bahçeye çıkıp Andy ile birlikte bezbol oynamaya başması ile gelir. Biri beyaz biri siyah iki çocuğun birlikte oynaması mutlu, en azından umutlu bir sonu bize hissettirse bile evlerin bahçelerini bölen çit aynı zamanda toplulukları da böler. Çocuklar birlikte oynar ama çitin öte tarafına geçmezler. Her çocuk oyuna kendi tarafından katılır. Her insan hayata kendi tarafından katılır. Problemler ise; çitin öte tarafına geçmeye cesaret ettiğimizde çözülür.

Subirbicon, fragmanını izlediğimde bana çok başka bir şey düşündürmüş olsa bile, artık biliyorum ki bu filmde ABD’nin ilk siyahi başkanı seçilen Obama’dan sonraki dönemin bir başka halkası. Bu filmler Hollywood’un ve ABD’nin kendi tarihi ile hesaplaşma, yaşananları topluma hatırlatma ve toplum ile barışma çabalarının filmleri. Nazi ırkçılığını her fırsatta yerden yere vuran Hollywood, son yıllarda çıkardığı bu ve benzeri filmler ile birlikte bir yandan geçmişi ile hesaplaştığını ve yaptıkları hataları kabul ettiğini göstermeye çalışırken, diğer yandan ise yaşanan olayları, örneğin Nazi Almanyası’nda yaşanan Yahudi katliamı ile karşılaştırılınca, bir şekilde hafifletmeye çalıştığını görüyoruz. Bu film için bunun en bariz örneği ise, o kadar kalabalık bir gurubun yoğun öfkesi ve şiddetli saldırısı sonucunda Andy ve ailesine direkt bir zarar gelmemiş olması ve zarar görenin sadece maddi şeyler olmasıdır.

Evet maddi şeyler, yani yeri doldurulabilir ve düzeltilebilir şeyler. “Kötü şeyler oldu ancak düzeltilemeyecek hiçbir şey yok.” Bana göre filmin bu konudaki en net mesajı bu. Düzeltilemeyecek hiçbir şey olmadı.

Çok uzattım biliyorum ve bitiriyorum. Asıl hikayeyi olduğunca anlatmamaya çalıştım ki merak edilecek bir şeyler kalsın. Sonuç olarak, eğer ayırabilecek boş bir vaktiniz varsa, bu filme bir göz atın bence. Şimdiden iyi seyirler...

Kazan (22/12/2018)



Yorumlar