“Kedi”, yönetmen Ceyda Torun’un 2016 yılında çektiği belgesel filmdir. Merkezine İstanbul’un kedilerini alan yapım, arka planda ise şehrin içinde bulunduğu değişime ve betonlaşmaya ışık tutar. Sokak hayvanlarının bu aşırı betonlaşma içerisinde verdikleri yaşam mücadelesi ve değişen çevreye karşı gösterdikleri adaptasyon, bu hayvanlar ile ilişki içerisinde olan insanlar üzerinden seyirciye yansıtılır.
Öncelikle
filmin yönetmenine bakacak olursak; bu film, Ceyda Torun’un
yönetmen koltuğunda oturduğu ilk uzun metrajdır. Daha önce
farklı projelerde set ekibinde yer almakla birlikte, yönetmen
olarak yer aldığı proje sayısı iki tanedir. Biri bu yapım,
diğeri ise 2008 yılında çektiği kısa metraj “Consuming
Love” filmidir.1
Yönetmenin
ilk uzun metrajı olan bu film bir kurmaca değil de belgesel olduğu
için özetlenebilecek “giriş-gelişme-sonuç” şeklinde
ilerleyen bir hikayesi yoktur. Elbette yine de bir hikaye, bir durum
anlatır bize; gerçeklik iddiası taşıyan bir hikaye sunar. Bu
filmin bir amacı vardır ve bu amacı seyirciye ulaştırabilmek
için yaşamın içinden olayları kayda alır. Rol yapan oyuncuları
değil, kendisi olarak kamera karşısında var olan insanları
izleriz. Aslında bir amaç içine gizlenmiş iki farklı konu, iki
farklı amaç vardır bu filmde. Bu iki amaç, bu iki konu birbiriyle
ilişki içindedir; ön planda kediler, arka planda ise betonlaşan
İstanbul. Bu nedenle, bir yandan şehrin içinde hayatlarını
sürdürmeye çalışan kediler takip edilirken, diğer yandan da
kedileri besleyen, onlarla vakit geçiren insanlarla röportaj
yapılmaktadır. Kediler şehrin içinde, insanlar ile uyum içinde
yaşamaktadırlar ancak İstanbul her geçen gün biraz daha fazla
betonlaşmakta ve bu hayvanların yaşayabileceği, yiyecek
bulabileceği doğal alanlar hızla azalmaktadır. Bu hayvanlar,
hayatta kalabilmek için kendi doğal yaşam alanlarını yok eden
insanlar ile uyum içinde yaşamak zorundadırlar ve bu adaptasyonu
da sağlarlar. Sokak kedileri, beton yığınına dönüşen şehrin
sokaklarında, yemek ve barınacak yer bulmanın yollarını
öğrenmişlerdir. Sokak kedileri, İstanbul’un vazgeçilmez
öğeleri ve bu kültürün inkar edilemez parçalarıdır. Onlar
sahibi olmayan evcil/insancıl yaratıklardır. Ne insana ait olarak
yaşarlar ne de insansız. İstanbul bu iki türün; insan ve kedinin
mükemmel uyumunu yansıtan bir metropoldür.
Filmin
ayrıntılı incelemesine geçmeden önce cevaplanması gereken temel
bir soru vardır; bu belgeselin türü nedir? Evet, belgesel
filmlerin de tıpkı “Klasik Anlatı” filmleri, popüler
filmler gibi türleri vardır. Yazar Bill Nichols’ün “Belgesel
Sinemaya Giriş” adını taşıyan kitabında belirttiği 6
temel tür vardır. Bunlar, “Açıklayıcı Biçem”,
“Şiirsel Biçem”, “Gözlemci Biçem”,
“Katılımcı Biçem”, “Dönüşlü Biçem”
ve “Edimsel Biçem” olarak adlandırılır.
Elbette
bu yazının konusu ayrıntılı olarak bu belgesel film türlerini
incelemek değil; öncelikli olarak, incelenen filmin bu türlerden
hangisine dahil olduğunu bulabilmektir. Bir belgesel film içerisinde
bu türlerden bir ya da birden fazlasına ait yöntemler
kullanılabilmektedir. Böyle belgeselleri, melez filmler olarak
adlandırmak mümkündür. “Kedi” filmi de melez bir
yapımdır. Yukarıda belirttiğimiz altı türden ikisine ait
özellikler bulundurur içerisinde. Yönetmen film boyunca gözlemci
ve katılımcı biçemlerin formüllerini birlikte kullanmıştır.
Bazı sahnelerde film gözlemci bir belgesele dönüşür, özellikle
kedi takip sahnelerinde; bazı sahnelerde ise katılımcı bir
belgesel izleriz. Bu sahneler ise insanlar ile röportaj yapılan
sahnelerdir.
Öncelikle,
kısaca gözlemci ve katılımcı türlere ait bazı temel
özellikleri sunmak faydalı olacaktır. Bu bilgiler ışığında,
film daha net bir şekilde yorumlanabilir. İlk önce gözlemci
(gözlemsel) biçeme bakarsak;
“ Gözlemsel belgesel türü,
film yapımcısının filme çekilen olaylara müdahil olmamasıyla
karakterize olur. Gözlemsel tür, içermediği şeylerle daha
belirgindir: Tanrı’nın sesi anlatım yoktur, ara başlıklar
yoktur ve görüşmeler yoktur. Hayattan bir kesit sunmaya veya filme
çekilen olayların doğrudan sunulmasına vurgu yapar. Film
yapımcısı, tamamen görünmez olmaya çalışır; yani olaylara
uzak durup hiçbir müdahalede bulunmamaya çalışır. Gözlemsel
belgesel film yapımcısı, olayların nasıl geliştiğini
gözlemlemeyi amaçlar. Bu nedenle, olayların gerçek zamanlı
olarak gelişmesini kaydetmeye odaklanır. Gözlemsel belgeselin,
doğrudan sinema olarak adlandırılması da bu nedendendir.”2
Gözlemci
Biçem, tür olarak seyirciye müdahalesiz görüntüler sunmaya
çalışır. Bu türün amacı kameranın varlığını ortadan
kaldırmaktır. Kamera orada bulunmasa bile yaşanancak olayları
kayda almaktır amaç. “Duvardaki sinek/fly on the wall”
terimi bu biçem için sık sık kullanılır. Doğalcılığın
hedeflendiği bu biçemde; dış ses anlatıcısı bulunmaz ve
çekimden önce ön hazırlık yapılmaz. Toplumsal oyuncular, kamera
orada değilmiş gibi günlük yaşamlarına devam ederler. Gizli
kamera görüntüleri veya düğün videoları, bu türün çekim
yöntemine en net uyan görüntülerdir. Kamera ve yönetmen olaylara
hiçbir şekilde müdahale etmez, sadece ortaya çıkan olayları
kaydeder. Yönetmen ortaya koyacağı filmi müdahele ederek
oluşturduğu görüntüler yoluyla değil, müdahalasiz bir şekilde
kayda alınan görüntüler ile oluşturur.
Bill
Nichols’ün kitabında “Katılımcı”, Warren
Buckland’in kitabında ise “İnteraktif” olarak
adlandırılan biçem ise gözlemci biçemin tam zıttı olarak
adlandırılabilir.
“1960’larda, stüdyo
dışında eş zamanlı ses kaydına olanak sağlayan yeni
teknolojilerin gelişmesiyle ortaya çıkan bir diğer biçem de
katılımcı biçemdir. Burada yönetmen kendini belli etmeden
öznelerini gözlemlemek yerine, onlarla etkileşim içine girer.
Sorular, röportaj ya da sohbet halini alır; iletişim, bir tür
işbirliğine ya da yüzleşmeye dönüşür. Kameranın önünde
olup bitenler, yönetmenle özne arasındaki etkileşimin niteliğinin
doğal belirtisi haline gelir. Bu biçem, ‘Ben, size onlardan
bahsediyorum’ formülünü genellikle ‘Ben, onlarla bizim (ben ve
sen) için konuşuyorum’a yakın bir hale getirir; çünkü
yönetmenin içinde bulunduğu etkileşim, bize içinde yaşadığımız
dünyanın belirli yönlerini gösteren bir pencere açar.”3
Katılımcı
biçemde, yönetmen ve konu doğrudan bir bağlantı içerisindedir.
Gözlemci biçem gibi müdahalesiz bir bakış açısı yakalamaya
çalışmaz. Yönetmen ilgilendiği konu ile sürekli bir etkileşim
halindedir. Bu biçem için insanlarla olan diyaloglar, röportajlar
çok önemlidir. İlgili konuyla alakalı olarak gerçekleştirilen
röportajlarda, yönetmen soruları ile kamera karşısındaki kşiyi
yönlendirebilir ve elbette kameranın ortada oluşu da röportaj
veren kişinin hareketlerini etkileyecek bir başka unsur olacaktır.
Bir insan kameranın varlığından haberdar haldeyken doğal, günlük
rutinindeki gibi davranamayabilir. Yönetmen, çekimler/röportajlar
sırasında kendisini bir dış ses gibi ortamdan bağımsız bir
şeklide konumlandırmaz. O da kayda alınan mekanın içindedir.
Kameranın açısı içinde röportaj yaptığı kişi ile birlikte
de görünebilir yönetmen ya da kameranın arkasında kalır ancak
sesini duyarız. Sesini duymasak bile röportajı gerçekleştiren
kişilerin bakış açısından, konuşma şeklinden birisi ile
konuştuklarını, sohbet ettiklerini anlamak mümkündür. Bu
biçemde, yönetmen olayın, konunun bir parçasıdır. Kameranın
önünde olsun ya da olmasın konu ile etkileşim halinde olduğunu
görebiliriz.
“Kedi”,
yapı olarak ne tam anlamıyla gözlemcidir, ne de tam olarak
katılımcı. Yukarıda belirtilen iki biçemin tüm yönleriyle
filmde kullanıldığı söylenemez. Ancak her iki türün bazı
özellikleri birlikte kullanılarak ortaya melez bir film
çıkarılmıştır.
Film
tepeden bir İstanbul manzarası çekimiyle başlar, sonrasında bir
sokak ve daha sonra ise kara bir kedi. Böylelikle daha ilk
saniyelerde seyirciye filmin ne hakkında olduğu gösterilir. Film
boyunca gerçekleştirilen tarihi mekanların ve ara sokakların
çekimi gözlemci biçeme uygundur. Bu çekimler sırasında
gerçekleşen olaylar, kamera orada olmasa bile aynı şekilde
gerçekleşecek olan şeylerdir. Çünkü bu şehir görsellerinde,
kamera direkt olarak insanlara odaklanmaz.
Kedi
çekimleri de aynı şekilde gözlemcidir. Belki çeşitli sahnelerde
yönetmen, kedileri yönlendirme çabası içerisinde bulunmuş
olabilir. Ancak yönetmenin karşısındakinin bir oyuncu, bir insan
olmadığı göz önünde bulundurulursa, yönlendirmenin çok mümkün
olmadığı bir durumun kayda alındığı net olarak anlaşılacaktır.
Yönetmen bu çekimler sırasında belli hedefler gütmüş olsa bile
sonuç olarak ellde edebileceği, kayda alabileceği tek şey,
hayvanın o an içindeki gerçekleştirdiği hareketlerdir. Kedi
çekimleri sırasında kamera varlığını hissettirmektedir ancak
bu durum kedi için bir şeyi değiştirmez. Kedi bir insan
reaksiyonu göstererek kamera karşısında hareketlerini
değiştirmez. Kamera olmasa bile o anda o hareketi gerçekleştirme
ihtimali bir insana göre daha yüksektir. Kameranın varlığı bir
kedi için etrafındaki diğer nesnelerden daha farklı bir öneme
sahip değildir. Bu sebeple kedi çekimleri gözlemcidir.
İzlediğimiz
röportaj sahneleri ise katılımcı bir tarzda çekilmiştir.
Seyirci, kameranın karşısında sadece kedi besleyen ve kediler
hakkında bilgili olan insanların konuştuğunu görür. Bu
insanlar, besledikleri kediler ile kurdukları ilişkiden, geçmiş
anılarından, kedilerin günümüz İstanbul’unda karşılatıkları
zorluklardan ve şehirdeki betonlaşmadan bahsederler. Filmin
başından sonuna kadar birçok insan kamera kadrajına dahil olur ve
çıkar. Ancak seyirci olarak, yönetmenin yüzünü hiçbir şekilde
göremeyiz. Yinede varlığını biliriz. Ön planda olan kişiler
röportaj yapılan insanlardır ama yönetmen de konuya dahildir.
Röportaj yaptığı kişiyle etkileşim halindedir. Tüm röportajlar
bir sohbet havasında geçer ve röportaj yapılan kişiler,
kameraya, yani seyirciye doğru konuşmaz. Onların, o mekanda
konuştukları bir başka insan vardır; yönetmen Ceyda Torun.
Yönetmenin varlığı bazı sahnelerde, yer yer daha net olarak gün
yüzüne çıkar. Sesi çok net değildir ama yine de duyulur ve
röportaj yaptığı kişilere sorular sormaktadır. Soru sorarak
insanları yönlendirmektedir. Yönetmen Ceyda Torun’un film
içindeki bu konumlanışıyla ve yapılan röportajların sohbet
vari tarzıyla belgesel katılımcı biçem özelliklerine sahip
olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu
belgesel film, gözlemci ve katılımcı gibi birbirine zıt iki
biçemi birlikte kullanmayı başarmış ve ortaya başarılı bir
sonuç çıkarmıştır. Yönetmen, her iki biçemin belli
özelliklerini, anlatmak istediği konuya uygunluğu ölçüsünde
filmine dahil etmiştir. Film bir insanı değil de bir hayvanı,
kedileri odağına aldığı için gözlemci biçem seçilebilecek en
uygun türdür. Bir kediye müdahale etmek, onu yönlendirmek çok
zor ve hatta imkansız olacağından gözlemci biçem bu film
açısından uygun bir seçim olmuştur. Ancak katılımcı biçemde
şu soru sorulabilir: Açıklayıcı biçem tercih edilebilir miydi?
Açıklayıcı biçem kısaca; bir dış ses anlatıcısının, hakim
bakış açısıyla tüm olayları seyirciye aktarması yöntemidir.
Ancak bu yöntem, insan ve kedi arasındaki kurulan sıcak ilişkiyi
aktarması bakımından katılımcı biçem kadar etkili olmayabilir.
Açıklayıcı biçem ile dış ses anlatıcı, seyirciye, kediler ve
İstanbul’un sorunları hakkında birçok bilgi sunabilirdi ama
daha mesafeli bir dil ortaya konmuş olurdu. Oysa yönetmenin
odaklandığı nokta insan ve kedinin birlikte yaşayışı,
aralarındaki bağlardır ve bunu seyirciye en iyi aktarabilecek
durum deneyimlerdir. Katılımcı biçemin kullanılması ile
deneyimler ve bu iki canlının kurduğu bağlar daha samimi bir dil
yardımıyla seyirciye ulaştırılmıştır. Sonuçta, gözlemci ve
katılımcı biçemler, bu film özelinde, birlikte kullanılarak
başarılı bir sonuç vermişlerdir.
Filmin
biçemlerini bir kenara bırakırsak; bu film ön planda kedilere
odaklanmakla birlikte, arka planda seyirciye bir İstanbul tanıtımı
sunmaktadır. İstanbul’un denizi, tarihi mekanları, ara sokakları
ve daha fazlası film boyunca bize sunulmaktadır. Yönetmen ve
kamera ekibi, röportajları gerçekleştirmek için şehrin dört
bir yanını dolaşırken, aynı zamanda bir İstanbul turu
gerçekleştirmektedirler. Belgeselin yurt dışında yakaladığı
popülerlik göz önünde bulundurulduğunda, şehrin turistik olarak
tanıtımına önemli katkı yapabilecek bir filmdir bu.
Filmin
dikkat çeken bir diğer noktası ise; röportaj yapılan tüm
kişilerin, besledikleri, ilişki içinde oldukları kedilere insan
özellikleri yüklemeleri, onları insanlaştırmalarıdır. Kediler,
kimisi için bir evlada, kimisi için de bir arkadaşa dönüşmüştür.
Onlar için artık sadece bir hayvan değil, aynı zamanda
ailelerinde yeri olan bir bireydir kediler. Kedilerin tavırlarına
sürekli olarak bir insan duygusu yükleme hali vardır. Bazı
kediler yaramaz, bazıları kıskanç, bazıları tembel, bazıları
da serseri gibi anılmaktadır. Kedilerin İstanbul ile bu denli
bütünleşmesinde insan ve kedi arasında gelişmiş olan bu ilişki
yapısının büyük önemi olduğu söylenebilir. İnsanlaştırılan
bu hayvanlar, tıpkı her birimiz gibi bu şehirde bir yaşam
mücadelesi sürdürmektedirler. Onlar bizden, bizim içimizden
“birileridir”.
Filmin kamera kullanımına
baktığımız zaman ise; şehir görüntülerinde geniş açılı
planlar kullanılmıştır. Röportajlar sırasında çoğunlukla
göğüs plan ve baş plan ile insanlar kadraj içerisine alınmıştır.
Kediler için yer yer ayrıntı çekimler yapılarak bu hayvanların
gözleri, yüzleri, tüyleri gibi ayrıntıları seyirciye
sunulmuştur. Ancak film boyunca kamera kullanımında yönetmenin
yaptığı en önemli tercih, kedilerin hareketli çekim sahnelerinde
kendini göstermektedir. Yönetmen kedileri takip edebilmek için
hareketli kamera kullanmıştır ancak asıl önemli kısım bu
tercih değildir. Yönetmen bu çekimler sırasında kamerayı bir
kedinin bakış hizasına indirmiştir. Seyirci kedi takip
sahnelerinde, her şeyi bir kedinin gözünden izleme şansını elde
eder. Filme biçimsel olarak güç katması açısından önemli bir
tercih olmuştur bu kamera kullanım şekli ve konuyla bütünlüğü
açısından başarılıdır.
Film,
kedilerin insanlar ile kurduğu ilişkiyi ve insanlar için ne
anlamlara geldiğini anlatır ancak sadece bununla sınırlı kalmaz.
“Kedi-insan” ilişkisi dışında, “kedi-çevre”
ilişkisine de değinir. Kediler üzerinden, İstanbul’da hızla
artan betonlaşma filme konu edinilir. İstanbul, yıllar geçtikçe,
parkların, yeşil alanların azaldığı; her geçen yıl ile
birlikte, gökdelenlerin yükselip, sitelerin çoğaldığı bir
beton yığınına dönüşmektedir. Bu durum insan sağlığı da
dahil birçok alanı olumsuz etkilediği gibi sokak hayvanlarını da
tehlikeye sokmaktadır. Hayvanların su içebileceği, yiyecek
bulabileceği doğal alanlar gün geçtikçe azaldığı ve hayvanlar
beton yığınları arasında sıkıştığı için hayatta kalma
şansları azalmaktadır. Bu noktada insan devreye girmeli, bozduğunu
düzeltmenin yollarını bulmalı ve bu hayvanlara sahip çıkmalıdır.
Aslında filmin vermek istediği mesaj budur; hayvanlara sahip çıkın,
yardım edin. Bu mesajı seyirciye ulaştırabilmenin en etkili yolu
ise insan ve hayvan arasındaki sevgi bağına vurgu yapmaktır. Film
bunu da röportajlar ve hayvan severler üzerinden yapmaktadır.
Sonuç
olarak; “Kedi”, İstanbul’un kedilerine odaklanan, bu
hayvanların hem çevre hem de insan ile kurduğu ilişkiler düzeyini
yansıtmaya çalışan bir belgesel filmdir. Filmin amacı bu
hayvanlara dikkat çekmek ve insanların bilinçlenmesini
sağlamaktır. Kedi besleyen insanlarla yapılan röportajlar,
kedilerin bakış açısından görmemizi sağlayan kamera açıları
ve gözlemci ve katılımcı biçemlerin birlikte kullanılmasıyla,
amacını açık bir şekilde anlatan başarılı bir film ortaya
çıkmıştır. Kediler, sokakta, hayvandan çok bir birey, evde,
ailemizden birisi, bir arkadaş, şehrin yaşadığının kanıtı ve
kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır. Film bizden şunu
ister: Onlara bu hayat mücadelesinde bir fırsat verin, destek olun.
Bırakın yaşasınlar.
Kaynakça
- NICHOLS Bill, Belgesel Sinemaya Giriş, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2017
- Imdb-TORUN Ceyda, https://www.imdb.com/name/nm2167704/ , 15/06/2019-01:58
- TORUN Ceyda, Kedi, 2016, Türkiye
1https://www.imdb.com/name/nm2167704/
, 15/06/2019-01:58
2BUCKLAND
Warren, Sinemayı Anlamak, Hayalperest Yayınevi, İstanbul, 2018,
s.172
3NICHOLS
Bill, Belgesel Sinemaya Giriş, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi,
İstanbul, 2017, s.198
Yorumlar
Yorum Gönder