1) It Happened One Night/Frank Capra: 1934 yapımı bir film
olmasına ve yer yer görüntü kalitesi düşük olmasına rağmen
güzel bir yol ve aşk hikayesi anlatıyor oluşunu beğendim.
2)
Rio Bravo/Howard Hawks: Pazar sabahlarının kovboy filmleri ile
geçtiği, kovboyları değil de kızılderilileri sevdiğim
zamanları anımsattığı için beğendim.
3)
The Apartment/Billy Wilder: Mekanın, filmin ön plana çıkan
unsuru olması ve yönetmenin kullandığı planlar filmde beğendiğim
kısımlardı. Özellikle renkli değilde siyah beyaz olması
dikkatimizin hareketlere daha fazla yoğunlaşmasını sağlıyor
bana göre.
4)
Sofra Sırları/Ümit Ünal: Kadının evdeki konumuna dikkat
çekerken, aynı zamanda Türk işi bir seri katil ortaya çıkaran
bir hikayeye sahip olması filmi beğenmemi sağladı.
5)
Stagecoach/John Ford: Yol hikayelerini sevdiğim için bu filmi
de bir yere kadar beğendim diyebilirim ancak Kızılderililer’in
sebepsiz, temelsiz bir şekilde kötü ve vahşi olarak gösterilmesi,
onların bu saldırıları neden yaptığının açıklanmaması,
ayrıca filmin sonlarına doğru sadece dört silahlı BEYAZ’ın
sayıları yüzü aşan Kızılderili ordusunun birçok askerini
zorlanmadan öldürebilmeleri filmde beğenmediğim şeylerdi. Bu
film adeta yapılan Kızılderili katliamını meşrulaştırma
çabasına yönelik bir proje.
6)
400 Darbe/François Truffaut: Yeni Dalga’ya saygı
duymakla birlikte genel olarak sonu belirsiz biten filmlerden pek
hoşlanmıyorum ancak yinede küçük bir çocuğun etrafında
şekillenen hikayesiyle ve sunduğu Paris görselleriyle 400 Darbe
sıkılmadan izlediğim bir film oldu.
7)
The Rules of the Game/ Jean Renoir: II.Dünya Savaşı öncesi
Fransız Burjuvazisi ile ilgili ortaya koyduğu bakış açısı
filmin en ilgi çekici kısmıydı. Bunun dışında o dönem
içeriside revaçta olan Yahudi düşmanlığı gibi konularda
kendine filmin arka planında yer bulmayı başarıyor. Filmin ilk
yarım saatlik kısmı kendi açımdan sıkıcı geçmiş olsa da
sonlara doğru iyice hareketlenen ve belirsizliğe sürüklenen
olaylarla film kendini çekici hale getirmeyi başardı.
8)
Umberto D/Vittorio De Sica: 1952 yapımı olan film ömrünün
sonuna gelmiş yaşlı bir adamın yaşam mücadelesi etrafında
şekillendiği için benim açımdan ilgi çekiciydi. Umberto D
etrafında şekillenen film, savaş sonrası İtalya’nın ekonomik
durumunu, sorunlarını ortaya koyan birçok sahne içeriyor.
Topluma, toplumun dertlerine, yaşam sıkıntısına, bu film
özelinde ise; ön planda Umberto D karakterine, arka planda ise
emekli kesimin dertlerine yoğunlaşıyor bu film. Ayrıca dış
mekan, gerçek mekan çekimleri de filmin estetik yönünü daha
güçlü hale getirmiş.
9)
Vesikalı Yarim/Lütfü Akad: Konu olarak imkansız bir aşkın
işleniyor oluşu ve genel kanıya göre mutsuz denebilecek bir sonla
bitmesi sebebiyle sevdim bu filmi. Mutlu olmak mı bencilce ya da
doğru olanı, fedakarca olanı yapmak mı? Ama doğru nedir ki?
10)
The Shining (Cinnet)/Stanley Kubrick: Korku-Gerilim türü
filmleri oldum olası sevmem ve bu filmi de zorunluluk olarak izledim
ancak gerçekten sevdim. Bir mekanda kısılmışlığın yarattığı
zihinsel çöküş, karakterlerin çıldırmaya giden süreci ve
elbette tüm bunların arkasında varlığını hissettiren doğaüstü
güçlerin varlığı.
Bir sonraki listeye buradan ulaşabilirsiniz.
Bir sonraki listeye buradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder