6) Portobello Cadısı/Paulo Coelho (Can Yayınları-14. Baskı-2019): “Paulo Coelho”, gerçek manada çok sevdiğim yazarlardan birisidir. “Casus”, “Simyacı”, “Hippi”, “Elif” ve “Veronika Ölmek İstiyor” gibi kitaplarını bir solukta okudum diyebilirim ama bu sefer pek öyle olmadı. 2020 sonbaharında başladığım bu eserini, ancak 2021 ilkbaharında bitirebildim. Açıkçası bir süre için kitap beni hiç çekmedi. Büyük iktimalle yazarın tercih ettiği anlatım biçimi bunu tetikledi. Alışmakta güçlük çektim de diyebilirim ama yine de kitap bittiğinde tatmin olmuş hissettiğimi kabul etmem lazım. Coelho’yu daha önce okumuş olanlar bilirler; yazar, hikayelerinde mistik bir yan barındırır ve çoğunlukla inanç ile bağlantılı bir arayış yolculuğu sunar. “Portobello Cadısı”nda da yeni baştan bir inanç sorgulaması ile çıkıyor karşımıza; dünyaya hakim olmuş ataerkil dinleri sorgulayan bir hikaye sunuyor. Tarihin eski dönemlerinde var olduğuna inanılan anaerkil döneme göz kırparken yine bir anaerkil inanç modelini okuruna sunuyor. Açıkçası, Coelho’yu ne zaman okusam, zihnim daha çok bulanır ve her defasında bir şeyleri sorgularken bulurum kendimi. Sanırım en çok da bu yüzden seviyorum onu. Kitap, Şirin Halil adlı, aslen Romanyalı olan ancak Lübnanlı bir aile tarafından evlat edinilen ve İngiltere’de yetişen, sonrasında ise kendine “Athena” ve “Aya Sofya” gibi isimler vererek “Yüce Ana” dediği varlık yolundaki inanışına baş koyan bir kadının hayat hikayesini anlatıyor. Kitabın beni zorlayan kısmı ise hikayesi değil. Aslında oldukça ilgi çekici bir hikaye. Yani bir kişinin kendi inanç biçimini keşfediş sürecini deneyimlemek oldukça aydınlatıcı. Ancak yazarın tercih ettiği biçim, benim açımdan biraz alışma zorluğu doğurdu. Yazar, olayı hikayeleştirerek anlatmak yerine, kendini aradan çıkarıp her şeyi Athena’nın aile ve arkadaş çevresinden kişiler ile yapılan röportajlar şeklinde ve doğrudan başkalarının ağzından bize sunmuş. Anlatımın bu şekilde düzenlenmesi ve yazarın kendisini mümkün mertebe olayın dışında tutuyor oluşu, en azından Coelho eserleri için, benim pek alışık olduğum bir şey olmadığından bir süre afalladım ama kitap bittiğinde bunu da diğerleri kadar çok sevdiğimi fark ettim. Belki de bu şekilde, bir anlamda sindire sindire okumam çok daha iyi oldu. Fazla ayrıntı verip sürprizi bozmak istemiyorum ama bana göre oldukça tatmin edici ve ters köşe bir son ile bitiyor. Mutlaka tavsiye ederim.
7) Shingeki no Kyojin-Attack on Titan/Isayama Hajime (2009-2021/139 Bölüm): Yani aslında buna tam anlamıyla bir kitap demek doğru değil. Baştan sona okuyup bitirdiğim çok güzel bir manga serisinin sonuna geldim ve aslında bir noktada kalp kırıcı çünkü bir mangayı takip etmek, bir roman okumak gibi bir şey değil. Uzun yıllarını alan bir deneyim. Yıllarca, hafta hafta, bölüm bölüm okunan bir macera. Kısacası bittiğini bilmek oldukça üzücü ki düşünüyorum da eğer bunun bitmesi beni bu denli üzdüyse, “One Piece” gerçekten bittiğinde ki bitecek, halim ne olacak. Bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse; “Shingeki no Kyojin”, alternatif bir dünyada, deve dönüşme kabiliyeti olan bir ırkın maceralarını konu alan bir hikayeye sahip. “Paradise” adlı bir adada yaşayan “Eldia” halkı, surlar ile çevrili şehirlerde hayatlarını sürdürmektedirler çünkü surların dışında onları yemek için bekleyen devler vardır. Anlatılan tarihlerine göre; yüz yıl önce dünyada aniden devler ortaya çıkmış ve yeryüzünde kalan son insanlar da bu surların arkasına sığınarak hayatta kalmışlardır. Ancak hikaye ilerledikçe öğrenecekleri gerçek şudur ki aslında dünyada hala insanlar vardır ve surların dışındaki bütün devler ise surların içindekiler gibi Eldia soyundan gelen insanlardır. Dünyadaki diğer ülkeler, Eldialıları düşman olarak görmekte ve onları yok etmek istemektedirler. Bir diğer nokta ise titanların özellikleridir. Titanların yani devlerin çoğu akılsız varlıklardır ancak dokuz özel titan, bilinçli ve üstün özelliklidirler. Bu titanların yedi tanesi “Marley” adlı düşman devletin kontrolü altındadır. Üstelik Marley hakimiyeti altında adeta Nazi kamplarında yaşayan Yahudiler gibi bir konuma sahip birçok Eldialı da bulunmaktadır ve Marley, bu kişileri birer silah olarak savaşlarda kullanır. Hikayenin başlangıcı ise Marley’in bu yedi titandan dört tanesini Paradise adasına saldırıya göndermesi ile olur. Adaya sızan titanlar, surlarda delik açar ve o delikten sızan devler de birçok Eldialıyı katleder. Ölenlerden birisi de ana karakter “Eren”in annesidir. Annesinin gözleri önünde öldüğünü gören Eren, intikam yemini eder ve tüm devleri yok etmek için orduya katılır. Sonrasında, yıkımlar, ölümler, kayıplar ve keşifler hayatında eksik olmayacaktır. Shingeki no Kyojin üzerine konuşulacak çok şey var ama en temelde, ırkçılık ve de ayrımcılık üzerine destansı bir anlatım. İnsan olarak kendimizden farklı olanı kabullenemeyiş hikayemiz bir diğer yansıması daha. Keşke bu tarz anlatılardan hayran kalmaktan öte dersler çıkarabilsek; keşke ders çıkarabilsek de Eren gibi, Hitler gibi insanların yöntemlerine maruz kalmasak. Huzur içinde yaşayabilsek. Eğer sabır gösterebilirseniz okuyun derim. Gerçi birkaç bölümden sonra bağımlısı olmanız muhtemel. Ancak okumakla uğraşamam derseniz de anime serisini de şiddetle tavsiye ederim. Mutlaka izleyin; bol bol eğlenip, bol bol düşündüğünüz bir eser olsun.
8) Rekin Teksoy’un Türk Sineması/Rekin Teksoy (Oğlak Yayıncılık-2. Baskı-2007): Türk sinema tarihini daha çok yönetmenler üzerinden okuyan ve aktaran, bu sebeple de sınırlı bir bakış açısı barındıran bir çalışma. Ayrıca yazarın dili de çeşitli yönetmenlere karşı yanlı, taraflı bir söylem içeriyor. Kitabın belki de en faydalı yönü, Türk sineması kısmı bittikten sonra başlayan “Dünya Sinema Tarihi Kronolojisi” başlıklı bölümüdür. İlk çağlardan 2006 yılına kadar gelen süreçte sinemanın gelişimi, yine yazarın kendi öznel bakışı ile sunulmuş ama birçok kayda değer, tarihi ve magazinsel bilgi içermesi ile kıymetli. Fakat başlıktan yola çıkarsak; Türk sinema tarihini öğrenmek isteyen bir kişiye ilk önereceğim kaynak kitap olmayacağı kesin.
9) Doğu Asya Sineması/David Carter (Kalkedon Yayıncılık-1. Baskı-2011): Hollywood filmleri izlemekten sıkıldım ama Avrupa sineması da pek benlik değil diyorsanız veya Asya kültürüne yönelik yoğun bir ilginiz var ise, bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Güney Kore, Kuzey Kore, Çin, Japonya ve Tayvan sinemalarını kısa ve öz bir şekilde açıklayan “David Carter”, ayrıca bu ülkelerden birçok yönetmeni ve yönetmenlerin dikkat çeken filmlerini de tanımlıyor. Açıkçası kitabı okurken kendinize yepyeni bir film izleme listesi oluşturmanız çok olası. Şimdiden iyi okumalar.
10) Popüler Sinema’nın Mitolojisi: Komedi, Western, Melodram ve Korku/Veysel Atayman-Tuncer Çetinkaya (Ayrıntı Yayınları-1. Baskı-2016): Popüler sinemayı, bir diğer değişle de gişe sinemasını anlamak için okunabilecek güzel bir çalışma; yazarların emeğine sağlık. Kitap, Hollywood ağırlıklı olmakla birlikte, ABD ve Avrupa popüler sinemasına ve tür filmlerine bir bakış sağlayıp başlıkta adı geçen dört türün gelişimini, önemli filmlerini, yönetmenlerini ve de oyuncularını tanıtıyor. Tür filmleri severler için inanılmaz bir hazine olduğunu söyleyebilirim sanırım. Belki de hiç izlemediğiniz birçok eski tür filmini bu kitap sayesinde izleme listenize ekleyebilir ve hatta bazı ön yargılarınızı bile kırabilirsiniz. Örneğin ben, kesinlikle korku ya da gerilim filmi izlemekten hoşlanmam ya da hoşlanmazdım ama bu kitabın ardından, özellikle sinema tarihinin ilk dönem korku filmlerine bir sempati oluşturdum içimde. “Bela Lugosi”nin “Dracula”sını ya da ilk “King Kong” filmini izlemeyi istiyorum. Umarım sizin de izlemekten zevk alacağınız birçok film, bu kitabın sayfaları arasında sizi bekliyordur. Şimdiden iyi okumalar.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder