KAZAKİSTAN SEYAHATİ/BÖLÜM V: SHYMBULAK VE EVE DÖNÜŞ

 


Dediğim gibi, aslında dün Almatı ile ilgili bir doyum hissi yaşamıştım ve bugün ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Ancak tüm gün hostelde yatamazdım elbette. O sebeple de Gezimanya'nın verdiği listenin son maddesi olan "Büyük Almatı Gölü"ne gitmeyi deneyebilirim diye düşündüm ve konuyla ilgili bilgi alabilmek için resepsiyona indim. Resepsiyondaki görevli sağ olsun çok yardımcı oldu. Göle gidiş için farklı alternatifler ve ayrıntılı bir rota verdi ama yaptığımız konuşma sonrasında anladım ki göle gitmek o kadar da kolay değil. Hele böyle soğuk ve karlı bir mevsimde hiç değil çünkü otobüsle de gitsen taksi ya da özel aracınla da gitsen bir noktadan sonra tırmanma ile karışık birkaç kilometrelik bir yürüyüş var. O sebeple göl fikrinden vazgeçtiğim anda görevli başka bir alternatif ile geldi; Shymbulak!



Almatı şehir merkezinin dışında, doğusunda kalan "Shymbulak", bir kayak ve oteller bölgesi. Almatı ile özdeşleşen unsurlardan olan görkemli dağları bu bölgede deneyimlemek mümkün. Ben klasikleşen şekilde taksi ile oraya ulaştım ama daha ekonomik olsun diyenler için 12 numaralı otobüs de aynı noktaya gidiyor. Üç aşamalı bir teleferik sistemi ile dağlık alanın zirvesine kadar çıkılıyor ama ben bugün için sadece ikinci aşamaya kadar çıkabildim. Aslında ikinci aşama zirveye oldukça yakın ve manzarası yeterince nefes kesici ama zirveye yaklaştıkça artan inanılmaz soğuğa rağmen eğer üçüncü teleferik çalışıyor olsaydı gözümü karartır en tepeye de çıkardım. Başlangıç noktasından tepeye çıkarken süreyi hesap etmedim ama dönüş yolu 33 dakika sürdü. Tepeden hızla inmek istemeyenler için birinci teleferik ile ikincisi arasında bir otel bölgesi ve restoranlar bulunuyor; orada vakit geçirmeniz mümkün. Ayrıca burası zaten bir kayak merkezi ve o yönüyle de ilginizi çekebilir. Ben, iki teleferik arasındaki alanda pek vakit geçirmedim çünkü bir an önce zirveye ulaşmak istiyordum. Bu arada size tavsiyem, otel alanına ulaşınca soldaki teleferik hattını seçin çünkü sağda kapalı kabin yok ve özellikle zirveye yaklaştıkça inanılmaz bir soğuk oluyor. Bugün hava zirvede güneşliydi ama benim seçtiğim hat bazı noktalarda dağların arasında kaldığı için güneş olup olmaması çok bir anlam ifade etmiyordu. Zaten o sebeple dönüşü diğer hat ile yaptım.



Zirveye ya da en azından gidebileceğim en üst noktaya ulaşınca ilk iş orada yer alan kafeye gidip biraz ısındım. Bunu da dumanı üstünde bir sıcak çikolata ve Floransa'da yediğimden sonraki en lezzetli tiramisu ile yaptım. Yeterince ısındığımı hissettiğimde ise kendimi tekrar dışarı atıp bol bol fotoğraf çekip, karlı zeminde yürüyüş yapıp, müthiş manzaranın tadını çıkardım. Kesinlikle yola ve soğuğa değdi. Hayatımdaki en güzel deneyimlerden biri olarak her daim zihnimde yer edecek. Hem kim bilir; belki tekrar gelirim.



Dağdan indikten sonra hem telefonumun çekmeme gibi bir problemi olması sebebiyle taksi çağıramadığım hem de farklı bir deneyim olması için şehir merkezine otobüs ile döndüm ama araca bindikten sonra öğrendim ki temassız kart ile ödeme yapılmıyormuş. Ya otobüs kartın olacak ya da bir uygulamaları var, onu indirip QR kod taratarak ödeme yapacaksın. Bende o an için iki seçenek de olmadığından otobüse bedava binmiş gibi oldum ama sonra telafi için metroda iki jeton aldım; bence ödeştik. Bu arada otobüste başka bir Türk ile karşılaştım. Kayserili Orhan Bey, Shymbulak'ta bir otel inşaatının mermer işini yapıyormuş ve birkaç yıldır da bu ülkedeymiş. Kendisini tanıdığıma memnunum, güzel bir sohbet oldu.



Orhan Bey'e Yeşil Pazar'a gitmek istediğimi söyleyince onunla aynı durakta inmemi söyledi ve sonrasında da bana bineceğim otobüsleri gösterdi, böylece vedalaştık. O gittikten sonra biraz düşündüm ve otobüse binmekten vazgeçtim; sonuçta hala ödeme yapamıyordum ve üstelik Almatı'daki son saatlerimdi. O sebeple en yakındaki metro durağına doğru yürümeye başladım. Anladığım kadarıyla şehrin tek bir metro hattı var şimdilik. Onu da kullanmış oldum ki ben metro hattı severim; gereksiz bir mutluluk yaşadım, keyif aldım. Neyse, pazar yerine olabilecek en yakın durakta metroyu terk ettim. Hava kararmış ve hafif hafif kar yağarken Almatı sokaklarında ve caddelerinde dolaşmaya başladım; hiçbir endişem ya da acelem olmadan. Sanırım yarım saat kadar sokaklarda dolaştıktan sonra pazar yerine ulaştım. Orada ailem için birkaç ufak tefek hediyelik eşya aldım, dükkânları dolaştım ve bir bakıma şehre veda ettim. İşim bittikten sonra ise bir başka taksi çağırıp favori mekânıma; Modi'ye geldim. Yine lezzetli bir yemeğin ardından çayımın tadına varırken bugünün özetini de tamamlamış oldum. Buradan sonra hostele dönüp çantamı hazırlayacağım. Sabaha doğru da havalimanına gidip hem şehre hem de ülkeye veda edeceğim. Bir sorun olmazsa yarın öğlen gibi Ankara'da olurum.


8. 9. ve 10. Gün:

            Shymbulak, Yeşil Pazar ve Modi ile bitirdiğim yedinci günün ardından hostele dönüp erkenden uyudum çünkü sonraki sabah çok erken saatte Ankara’ya uçuşum vardı. Sabah 04:00’de uyanıp çantamı topladım, uygulamadan taksi çağırdım, yirmili yaşlarının başında genç bir şoför gelip beni aldı ve havalimanına bıraktı. Ancak yolculuk az biraz da olsa gergindi benim için çünkü şansıma şoförüm biraz acemiydi ve yolda her an direksiyon kontrolünü kaybedecekmiş gibi bir havası vardı. Havalimanına vardığımızda ise önce kapıyı kaçırdığı için alandan çıkıp biraz yol gidip geri dönmek zorunda kaldık. Ardından da beni yanlış kapıda indirdiğini öğrendim ama canı sağ olsun, sonuçta havalimanına sağ salim ulaşmak en önemlisiydi.

            Havalimanına giriş yapıp dış hatlara geçiş yaptıktan sonra ilk iş elimdeki paraları değiştirmek oldu lakin döviz bürosunda Dolar ya da Euro kalmadığından Kazak Tengesi ile Türk Lirası değişimi yaptırdım. Ardından bilet kontrolünden hızla geçip uçağın kapısına ulaştım ve bir hafta sonra ilk defa bu kadar fazla Türkiye Türkü ile karşılaştım. Sanırım çoğu buradaki Türk firmalarının inşaatlarında çalışan işçilerdi ama bilemiyorum. Aç ve uykulu olduğumdan önceliğimi sohbet yerine bir şeyler atıştırıp gözlerimi dinlendirmeye verdim. Uçağa binmemizin ardından ise bir bakıma şans yüzüme güldü. Koltuğum koridor tarafındaydı, orta koltuk da boştu. Pencere tarafında ise yaşlı bir amca oturuyordu ve bana yer değiştirip değiştirmek istemediğimi sordu. Kendisi pencere kenarı sevmiyormuş. Hal böyle olunca teklife hemen atlayıp yer değiştirdim. Aslında çok erken kalktığım için deli gibi uykum vardı ama pencere kenarına geçtikten sonra hemen hemen hiç uyumadan Almatı’dan Ankara’ya geldim ve yol boyu inanılmaz dağ, çöl, göl, orman ve deniz manzaralarına şahit oldum. En çok Hazar Denizi’ni beğendim diyebilirim ve en kısa zamanda kıyısına da varmak istiyorum. Param, zamanım, imkânım ve enerjim olduğu sürece de gökyüzünden gördüğüm Gürcistan, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi tüm Kafkasya ve Türkistan coğrafyasını gezmek istiyorum.

            Ankara’ya vardıktan sonrası ise kolaydı. Doğrudan servise atlayıp Kızılay’a geldim ama işte yorgunluk burada vurdu beni. Havalimanına vardıktan sonra zaten ağır olan yüküme bir de şarap ve viski alışverişi eklenince Kızılay’da yükün altında ezilmeye başladığımı hissettim çünkü hem uykusuzdum hem de bir önceki akşamdan beri doğru dürüst yemek yememiş sadece sabah bir kek dilimi atıştırmıştım. Dolayısıyla pilim o noktada bitti. Teyzemin evine gitmeye gücüm olmadığını anlayınca önce hemen bir burgercide karnımı doyurup ardından da bir kahvecide biraz soluklandım. Kuzenim bana evin konumunu atıp eniştem de yolu tarif ettikten sonra da toplanıp eve gittim ve bir bakıma bu günü tamamlamış oldum. Günün kalanı evde, teyzem, eniştem ve kuzenlerim ile sohbet halinde geçti.

Dokuzuncu günü ise Ankara’ya ayırdım. Aslında niyetim önce Anıtkabir’i ziyaret edip ardından da kaleye çıkmaktı çünkü kaleye daha önce hiç gitmemiştim fakat bu sefer de gidemedim. Gün yetmedi. Önce Anıtkabir’e ulaştım ve daha ilk girişteki kalabalık beni hem şaşırttı hem de çok mutlu etti. 10 Kasım ya da başka bir özel gün olmamasına rağmen Anıtkabir yolunda adeta bir insan seli vardı ki bundan daha da fazlası Anıtkabir meydanındaydı. Kalabalık ve kuyruk sebebiyle müzeye giremedim ama en azından mozoleye uğramak istedim ki bu da başka bir kalabalık ve kuyruktu. Mozole alanına girmek de çıkmak da birbirinden zordu. Evet, Atamıza saygı ve sevgi takdire şayan ama bu sevgi seli neredeyse bizi boğacak düzeydeydi. Neyse, sonuç olarak uzun sürse bile kazasız belasız girip çıkmayı başardım. Ardından da biraz Anıtkabir’e akan insan selini izleyip sonraki hedefime doğru yola çıktım.

Bu arada, daha önce birçok defa gelmiş olsam bile Anıtkabir’de ilk defa denk geldiğim bir andan da bahsetmek istiyorum. Benim Anıtkabir’e gittiğim sırada iki farklı grubun mozoleye çelenk bırakma töreni vardı. Her iki tören sırasında da saygı duruşu için her yerden duyulan siren çalındı ve sadece tören alanındakiler değil, Anıtkabir’de bulunan herkes saygı duruşuna geçti. Belki kiminiz için bu çok anlatılası bir şey olmayabilir ve evet ikinci sefer ilki kadar büyülü değildi ama ilk siren anında o mahşeri kalabalığın tek beden, tek nefesmişçesine anında tüm hareketi kesip saygı duruşuna geçişi, siren bitene kadar alanda çıt çıkmayışı, tüylerimi diken diken etti. Bazen bu ülkeye ve geleceğe dair umutlarımıza, hayallerimize gölge düşüyor olsa dahi, o an, o anın verdiği his, işte gölgeler içinde bir ışık huzmesi gibi aydınlattı içimi. Hissettiğim gururu, hayranlığı ve mutluluğu sözcüklere dökmek imkânsız. Yine de biliyorum, umut orada; Atatürk ve Cumhuriyet, orada!

İçimdeki Atatürk sevgisi ve Cumhuriyet inancı coşmuş bir şekilde Anıtkabir’den ayrılıp kaleye gidebilmek için Ulus’a geçtim ama Anıtkabir süreci tahmin ettiğimden çok daha uzun sürdüğü için geç kalmıştım. Ulus’ta kaleye giden servisler varmış ama ben sonuncusunu kaçırmışım. Servis durağında bir süre Azerbaycan’dan gelen iki turist arkadaş ile araç bekledik ama baktık gelen giden yok, çevre esnafa sorduk ve son servisin kalktığını öğrendik. Hal böyle olunca ben arkadaşlara veda edip teyzemlere döndüm. Ancak bir sonraki Ankara ziyaretimde bir günü Ulus metro durağından Ankara Kalesi’ne giden rotaya ayıracağım ve yol üstündeki tüm müzeleri gezdikten sonra günü kalede bitireceğim.

Teyzemlere dönüş yolunda ise çok kibar bir şoförün taksisine bindim ve yol boyu biraz sohbet ettik. Bana deprem sonrası Ankara’da artan nüfus ve trafik sorunundan bahsedip kale bölgesi hakkında da naçizane uyardı. O tarafa mümkün mertebe gündüz vakti gitmenin daha sağlıklı olacağını anlattı. Sanırım tavsiyesine uyacağım. Neyse, eve döndüm hazırlığımı yaptım ve gece yarısına doğru eniştem beni Mamak Köprüsü’ne götürdü. Orada Sivas otobüsüne binip yola devam ettim.

Onuncu günün sabahında Sivas’a varıp soğuk bir güne merhaba dedim. Otogarda ise bu soğuktan titreye titreye kendimi bir taksiye atıp eve döndüm. Elbette Sivas’a gelmişken yolculuğu yöresel bir kahvaltı ile bitirmek güzel olur diyerek Sivas Katmeri aldım, sıcak bir çay eşliğinde afiyetle yedim. Ardından da kendimi yatağa attım ve bir bakıma Kazakistan yolculuğumu resmi olarak bitirmiş oldum.

Ben bu yolculuktan çok büyük keyif aldım. Son yıllarda yüzümüzü ABD ve Avrupa gibi Batı veya Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap coğrafyalarına fazla dönmüşüz gibi hissediyorum. Elbette oraları da görmek, bilmek kıymetli lakin başka aşklar, yaşantılar peşinde koşarken bizi biz yapan kökleri de unutmamak lazım. Biliyorum, ülkemizin mevcut şartlarında yurtdışı seyahati herkes için çok kolay değil ama bir şansınız varsa Kazakistan gibi Türkistan coğrafyası ülkelerini de seçenekler arasında değerlendirin derim. Bir söz var, çok severim; “yol açık, yola çık.” Yola çıkmaya cesaret eden herkese iyi yolculuklar. Olurda yolunuz Kazakistan’a düşerse, benden de bir selam söyleyin.

Kazakistan Seyahati adlı yazımın dördüncü bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.


Kazan

Yorumlar