21) Mad Max Fury Road/George Miller: Filmi daha önce
izlemiştim. Bu defa ödev konusu olarak tekrar izledim ve klasik
anlatının dışına çıkan yönlerini bulmaya çalıştım. Filmle
ilgili söyleyebileceğim en temel şey takip sahnelerinde kullanılan
kamera hareketlerinin beni etkilediği olabilir. Film eleştirel
yönünden çok, görselliği ile etkiliyor izleyeni. Aksiyonu bol,
eleştiri potansiyeli yüksek ancak yine de eleştiriden uzak bir
film.
22)
Shazam/David F. Sandberg: Marvel Sinema Evreni oluşturulduktan
ve başarılı olduktan sonra DC cephesi hızlı adımlarla bu
başarıyı yakalamak istedi. Kısacası Marvel’in yürüyerek
gittiği yolu koşarak aşmak istedi ancak hızlı gitmeye çalışırken
tökezleyip düştü. Bu süreçte seyirciyi hüsrana uğratan bir
“Justice League” filmi ortaya çıktı. Ancak sonrasında gelen
“Aquaman” ve şimdi vizyona giren “Shazam” filmleri “DC
Genişletilmiş Evreni” konusunda daha olumlu fikirlere sahip
olmamı sağladı. DC cephesinde güzel şeyler olacak.
23)
Quest for Fire/Jean-Jasques Annaud: 1981 yapımı bir film ve ilk
çağlarda insanın ateşi kontrol sürecini anlatıyor. Kostüm
tasarımı, oyunculuklar ve mizansen bana göre oldukça iyi
hazırlanmıştı. Ancak klasik anlatılı bir film olarak seyirciye
eleştirel hiçbir şey sunmayan, sadece hikaye anlatan bir filmdi
benim açımdan.
24)
John Wick/Chad Stahelski-David Leitch: Hollywood filmleri her
zaman içimizdeki duyguları doyurur. Bizi düşündürmekten çok
eğlendirir. John Wick’de işte böyle bir film. İçimizdeki
şiddet duygusunu ve arzusunu doyururken aynı zamanda bizi
eğlendiriyor. Adeta bize bir şiddet güzellemesi sunuyor; aksiyon
ve dövüş sahnelerinden zevk alırken, suçlu ya da suçsuz ölen
onlarca insan hakkında neredeyse hiç düşünmüyoruz ve bir üzülme
ya da acıma hissetmiyoruz. Bu film insan doğasının şiddeti
arzulayan yanına sesleniyor.
25)
Creed II/Steven Caple Jr.: Söyleyebileceğim tek şey; Soğuk
Savaş bitti ama Amerikalılar hala Rusları Rusya’da yendik demek
için yanıp tutuşuyor. 30 yıl sonra bile hala aynı masalı
anlatıyorlar.
26)
At Eternity’s Gate/Julian Schnabel: Filmle
alakalı olarak söyleyebileceğim iki şey var. Öncelikle kendine
has kamera kullanımıyla kesinlikle klasik anlatıdan ayrılıyor ve
izlediğimizin bir festival filmi olduğunu bize hissettiriyor.
İkinci olarak ise, bir ressamın biyografisini anlatan bir film
olarak gerçekten tabloluk manzaraların barındığı birçok sahne
film boyunca karşımıza çıkıyor.
27)
Gurbet Kuşları/Halit Refiğ: Yine kadına, batıya, medeniyete
ve Müslüman olmayana yönelik negatif bir anlatım. Cehalet,
kalıbından taşmamak mutluluktur diyen bir Yeşilçam filmi daha.
Sinema toplumu uyandıracak en güçlü araçtır ancak Yeşilçam,
yönetmenleriyle, yapımcılarıyla bu toplumu sadece uyutmuş. Kadın
suçlu, Müslüman olmayan kötü; erkek haklı, Anadolu insanı iyi
ve masum...ülkemizin bugün bu noktada olmasında Yeşilçam’ın
payını çokça düşünmek lazım. Ustalara saygı tamam! Ama...
28)
Etki Altında Bir Kadın-A Woman Under The Influence/John Cassavetes:
Diyalogları ve kamera açılarıyla ve elbette “2 saat 27
dakikalık” uzunluğu ile beni oldukça yoran ve son zamanlarda
izlerken gerçekten çile çektiğim bir film oldu bu. Kendimi ne
hikayeyle bütünleştirebildim ne de eleştirel bakabildim. Yaptığım
tek şey bir an önce bitmesini beklemek oldu. Çok sıkıldım.
29)
Paris’te Bir Amerikalı-An American In Paris/Vincente Minnelli:
Bol prodüksiyonlu, müzikal türünde ve stüdyoda üretilmiş bir
Hollywood filmi. Bu filmle ilgili bir şey, yani Paris’i bir sanat
şehri olarak konumlandırması, bana Woody Allen’ın “Paris’te
Geceyarısı” filmini anımsattı.
30)
Hellboy/Neil Marshall: Bende birçokları gibi eski iki filmi ve
eski Hellboy’u sevenlerdenim ama zamanla buna da alışmak mümkün.
Klasik bir orijin filmiydi, karakteri bize tanıtan. Devam filmlerine
bakmak lazım; Hellboy’un asıl değeri o zaman anlaşılacak.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder