71) Asteriks: Sihirli İksirin Sırrı-Astérix: Le secret
de la potion magique/Alexandre Astier-Louis Clichy: Bir Asteriks
filmini Türkçe dublaj olmadan, Fransızca Orijinal dilinde izlemek
oldukça farklı bir his uyandırdı. Tamam seri Fransız ama sanırım
ben filmleri o mükemmel Türkçe dublajı sayesinde sevmiştim.
Olsun yinede fena değildi. Gerçi köydeki küçük kızın büyücü
çırağı olacağı çok barizdi ve bu biraz rahatsız etti ama film
animasyon olmasına rağmen eski filmlerde yer alan oyuncuların
görünüşlerine sadık kalınması çok hoştu. Gerçi filmlerde
eski serilere sadık kalarak oyuncuların kostüm ve makyajlarını
hazırlamıştı ama neyse bu döngüye girmeye gerek yok. Fena film
değil, izlettiriyor kendini.
72) Nanatsu no Taizai Movie: Tenkuu no Torawarebito-Yedi
Ölümcül Günah: Gökyüzünün Tutsakları/Abe Noriyuki: Seri
sezon finali yaptığından bu karakterleri özlemiştim ve filmde
onları tekrar görmek çok hoş oldu. Yedi Ölümcül Günah hep
birlikte yine iblisler ile savaşıyor ama bu sefer yeryüzünde
değil, gökyüzünde. Tez için Japon mitolojisi çalışacağım;
bu çalışma sırasında Japon kültüründeki bu yüzen ada
mevzusunu iyice öğrenmem gerekiyor. Bu tema/durum başka animelerde
de karşıma çıktı; One Piece, Fairy Tail gibi serilerde de
gökyüzü adası işlenen bir konuydu. Bunun kültürel ve mitolojik
yönünü araştırmalıyım.
73) For A Few Dollars More-Birkaç Dolar İçin/Sergio
Leone: Dolar Üçlemesi’nin bütün filmlerini izledim ve evet,
filmler güzel ama; şuraya büyük bir “AMA” koyuyorum. Ama
diyorum çünkü üç farklı filmde aynı oyuncuların farklı
karakterlere hayat vermesi durumu benim açımdan biraz rahatsız
edici. Örneğin Clint Eastwood diğer iki filmde de bu filmdeki
karakterine benzer özellikler taşıyan tipler canlandırıyor ama
filmlerin içerisinde bu karakterlerin aynı kişi olmadığı ortaya
çıkıyor; farklı isimler vs. ile. Üçüncü filmin Kötü’sü,
bu filmde, ödül avcısı olan intikam peşinde eski bir albay
olarak karşımıza çıkıyor. Tek keşkem budur; keşke seri
karakterler açısından bir tutarlılığa sahip olsaydı.
74) Gekijouban Fairy Tail: Dragon Cry-Fairy Tail Movie 2:
Dragon Cry/Minamikawa Tatsuma: Filmi çok beğendim diyemem.
Açıkçası son bölümde kötülerin/düşmanların mağlubiyeti
çok kolay oldu. Özellikle şimdi adını unuttuğum ama insanları
kontrol gücü olan eleman bana göre çok çabuk ve çok kolay
harcandı; yardımcı karakterken, bir anda ana kötüye dönüşebilme
potansiyeli vardı. Diğer yandan özellikle Natsu ve diğerleri esir
düştükten sonra kurtulmaları ve sonrasında yaşanan süreç çok
aceleye gelmişti. Hikayede boşluklar oluşturan sahne geçişleri
vardı. O, oraya nasıl geldi, diğerleri nasıl kurtuldu vs. bir
sürü soru kafamda yankılandı. En basitinden; Lucy yakalandıktan
sonra zindanda sadece üstündeki bir esir kıyafeti ile bulunuyordu
ve altın anahtarlarını kaybetmişti. Ancak Natsu gelip onu
kurtardıktan sonra anahtarlarını tekrar ele geçirmiş bir Lucy
karşımıza çıktı ancak bu süreç ne ara yaşandı göremedik.
Bu ve benzeri birçok sahne eçişi bana göre filmin kalitesini
oldukça düşürdü ve filmin iyi hikayesi, yapı iyi kurulmadığı
için arar gördü. Ancak elbette her şey kötü değil. Filmin son
bölümünde, serinin son sezonunun açılışı eklinde bazı
sahneler yer alıyordu. Son sezonun kötüleri Acnologia ve Zeref’i
görmek hoş bir sürprizdi. Henüz son sezona başlamamış bir
izleyici olarak beni mutlu etti.
75) Always Be My Maybe/Nahnatchka Khan:
Sivas’a dönüş yolunda izlediğim ilk film. Üstüne söylenecek
çok bir şey yok. Sıkılmadan izledim. Özellikle Keanu Reeves’ün
sahneleri çok eğlenceliydi. Hikayede yer aldığı kısacık zaman
dilimi bile filmi bambaşka bir yere taşıdı. Kısaca bu film
yolculuk sırasında izlenilebilecek hoş bir film.
76) Logan Lucky/Steven Soderbergh: Bu yıl içerisinde
“Ocean’s 8” gibi kötü bir soygun filmi izledikten
sonra bu film gerçekten iyi geldi. Gerçi çok aşırı bir şekilde
seyircinin gözüne sokulan ABD propagandası yer yer benim gibi bir
yabancı seyirci için rahatsız edici olabiliyor ama özellikle
hapishane isyanı sürecinde mahkumların “Game of Thrones”
isyanı oldukça eğlenceli bir detaydı. Sonuç olarak güzel bir
soygun filmi izlemiş oldum. İzleyen sıkılmaz diye düşünüyorum.
77) Combien tu m’aimes/Bertrand Blier: Dürüst
olayım film ne anlatmaya çalışıyor anlayamadım. Tüm film,
Monica Bellucci’nin güzelliğini gözler önüne sermek üzerine
kurulmuş gibi. Bir erkek seyirci olarak söylemeliyim; film
Monica’yı cinsel bir obje gibi sunarak zevk ve kıskançlık
arasında bir bölgede, arafta bırakıyor insanı. Filmle ilgili tek
olumlu şey Monica Bellucci benim için.
78) Hotel Mumbai-Otel Mumbai/Anthony Maras: Gerçek
olaylardan kurgulanmış bir film oluşu etkileyiciydi ama
“İslamafobi” bir kez daha kendini Hollywood filmlerinde
göstermiş gibi geldi bana. Gerçekten bu olay “Müslüman”
teröristler tarafından gerçekleştirilmiş ama film mesajını
verirken bütün Müslümanların kötü olmadığı gibi bir
kıyaslama yapılmamış ve teröristler tüm İslam alemi için bir
örnek grup olarak sunulmuş. Genç çocukların
kandırılmışlıklarından ve cehaletlerinden önce ortaya
koydukları şiddet daha önemli hale gelmiş. Bu filmi izleyen bir
Batılı seyircinin İslam düşmanlığının artması çok da zor
olmayacaktır.
79) Everly/Joe Lynch: Uzun zamandır izlemeyi
ertelediğim ve buna pişman olduğum bir film daha. Öncelikle şunu
söylemem lazım; tek mekanda geçen filmler efsanedir. Elbette bu
bireysel bir bakış açısı ancak bence öyleler. “Everly”
de öyle bir film. Tek bir binada bir ölüm kapanı. Erkeklerin
dünyasına sıkışmış, köleleştirilmiş bir kadın. Bir anne!
Ve sakın bir anneyi evladıyla tehdit etmeyin. Çocuğu söz konusu
olursa, bir anne dünyanın en tehlikeli varlığı olabilir. Elbete
Salma Hayek; mükemmel performansıyla bize o müthiş kadını,
Everly’i sunuyor. Kaç yaşında olursa olsun her zaman çok güzel.
Performansıyla, kadın başrol tutmuyor anlayışını darmadağın
ediyor. Güçlü kadın, anneler ve kızları, silahlar, patlamalar,
ölüm, kan ve her şeyin yaşandığı tek bir mekan. Bence izleyen
herkesin seveceği bir film.
80) Jackie Brown/Quentin Tarantino: İzlediğim en
kansız Tarantino filmi. Sadece 4 kişi öldü.
Yorumlar
Yorum Gönder