İZLEDİĞİM FİLMLER LİSTESİ 2019-XII




111) Teen Titans Go Vs. Teen Titans/Jeff Mednikow: Cartoon Network üzerinden izlemeyi sevdiğin eğlenceli bir çizgi film serisinin ikinci filmi. Yaklaşık bir saatlik eğlenceli bir bölüm aslında bu film. Titanların birçok farklı versiyonunu görmek güzeldi, özellikle DCAU’e çakılan selam ve o evrenin kahramanlarını çok az bile olsa görmek beni mutlu etti. Eğlenceli bir film.

112) X-Men Dark Phoenix/Simon Kingberg: Yani benim açımdan kötüydü. Birçok hatası olmasına rağmen yinede “X-Men” güzel bir seriydi ve bu serinin sonu bu film ile gelmemeliydi. Yazık olmuş denecek bir son. Zaten “Last Stand” filminde işlenmiş olan Dark Phoenix meselesi tekrar işleniyor ve 2006 yapımı filmden daha kötü bir şekilde. Karakter gelişimleri açısından da yetersiz bir son, özellikle Raven karakteri açısından. Üzüldüm ve sıkıldım bu filmi izlerken.

113) Anna/Luc Besson: Casus filmlerini severim ve bu film benim açımdan başarılı bir iş. Her ne kadar Luc Besson benim için “Taxi” serisi demek olsa da yönetmeni artık bu film ile de sık sık hatırlayacağım. İki taraflı ajan kavramını sonuna kadar en iyi şekilde işlemiş olan bir hikaye var karşımızda. Son ana kadar ana karakterimizin kime çalıştığı netlik kazanmıyor. Yani sürpriz olgusunu başından sonuna kadar canlı tutuyor film. Tamam bir “John Wick” aksiyonu yok ama yer yer çok iyi dövüş sahneleri sunuyor bize özellikle fragmanda da yer alan restorant sahnesi gerçekten iyi. Filmi sevdim ama şunu da söylemem lazım; bir ABD-Rusya klişesi izliyoruz. Daha önce hiç denenmemiş bir şey sunmuyor bize Besson. Garanti oynamış yani. Ancak bu klişeyi sağlam bir ana karakter ile izlenebilir bir hale sokmuş. Gerçi ben bir defa da ilk ihanet edenin bir Amerikan ajanı olduğu bir hikaye görmek isterdim ama neyse sonuçta bu Besson’ın hikayesi. Casus filmi seviyorsa bir kişi, bu film izlenir. Ha bu arada Türk oyuncu “Cansu Tosun”da filmde Amerikan ajanı olarak rol alıyor. Zaten film onunla başlıyor. Haliyle ister istemez bir heyecan falan ama başladığı gibi bitiyor işte. Ruslar tüm Amerikan ajanlarını haklıyor.

114) Bumblebee/Travis Knight: Açıkçası ilk başta çok önyargılıydım bu filme karşı ve hatta gereksiz bir proje olduğunu düşünüyordum. Hollywood’un hep yaptığı bir şeydi benim için bu film. Tutan bir işi ekonomik olarak daha iyi sömürebilmek adına yapılmış bir film. Ama yanılmışım. İlk filmde dünyada olan sarı arkadaşımızın buraya nasıl geldiğini izlemek güzeldi ve son “Transformers” filmini hatırlayınca, bu film baya iyi. Çok büyük bir olay işlemiyor, çok şaşalı değil ama elindekini güzel işliyor. İzlememiş olanlara tavsiye edilir.

115) Cinayet Süsü/Ali Atay: Belli bir standardın üstünde bir film olduğunu kabul ederek başlamam lazım. Türk filmlerinin çoğunluğuna bakınca kaliteli bir iş var ortada; bunu kimse inkar edemez. İyi bir hikaye ve iyi oyuncular sunuyor bize. Bu bir komedi filmi ve yer yer gerçekten katıla katıla güldüm de. İşte bunlar iyi yanları ama eksik yönleri de var elbette. Çok güldüğüm doğru ama güldüğüm her şey durum komedileriydi. Yani nasıl demeli; o sahnelere, filmden ve hikayeden bağımsız bir şekilde de gülerim ve bence bu herkes için geçerli bir durum ancak film bu güldürü unsurları, anları dışında, aslında başından sonuna kadar çok durağan ilerliyor ve bazı sahneler komik olması amacıyla gereksiz uzatılıp filmi sıkıcı bir hale sokuyor. En büyük eleştirim ise filmin sonuç bölümüne. Belki filmin finali daha iyi hazırlanmış olsa şimdi çok daha iyi bir şekilde hatırlayabiliridim bu yapımı. Filmin sonlarına doğru bir sorgu sahnesi var ve bu sahne filmin temel meselesini çok güzel anlatıyor ve yapmaya çalıştığı, vermeye çalıştığı mesaj aslında çok etkili ancak öncesinde de bahsettiğim şu komik olma çabasıyla uzatılan sahneler durumu burada da yaşanıyor. Karakterler komik olmaya çalışırken sinir bozucu bir hal alıyorlar ve çok vurucu olabilecek bir sahne sırf komik olma çabası uğruna bence ziyan ediliyor. Kendi adıma, bu sinir bozucu çıkışlar sebebiyle bir türlü sahnenin verdiği mesaja odaklanamadım. Tamam kabul, bu biir komedi filmi ama bu sahne çok önemli bir mesaj içeriyor. Zaten şu ana kadar öyle ya da böyle insanlar güldüler. Bu sahnede ciddiyeti bir doz arttırıp amaçlanan mesaj çok daha güçlü verilebilirdi. Ben bu hikayenin çok daha iyi işlenebileceğini düşünmekle birlikte maalesef böyle bir şansım olmadığını bilerek üzülüyorum. Ali Atay’ın üçüncü filmi benim için üçüncü sırada kalıyor.

116) Climax/Gaspar Noé: Farklı bir film, yani sanırım böyle söylemek hafif olur ama benim için daha çok rahatsız edici ve sıkıcıydı. Neredeyse tek plan gibi görünen uzun planlarla çekilmiş bir film olması ilgi çekiciydi ancak özellikle danslar ve müzikler oldukça rahatsız ediciydi benim açımdan. Belki yönetmenin amacı da bu yöndeydi, bilemiyorum. Filmin sonuna geldiğimizde herkesi ilaçlayanın Alman kız olması oldukça manidar olmakla birlikte filmin ana düşüncesi neydi, bu film 90 dakikadan uzun bir sürede bana ne anlattı; inanın bir fikrim yok. Mesaj “uyşturucu kötüdür” gibi basit bir şey mi yoksa çok daha karmaşık mı bilemiyorum. Zaten o kadar sıkıldım ki süreyi kontrol etmekten başka şeylere net bir şekilde odaklanamadım. Tek mekan olayına bayılmakla birlikte, kafayı bulup sapıtan gençleri izlemek o kadar da ilgi çekici değildi. Belki filmi sevmiş olsam karakter diyalogları üzerinden bir değerlendirme yapabilirdim ama ben bu filmi hiç sevmedim ve keşke bu süreyi başka bir filme ayırsaydım. Tabi bu işler temelde zevk meselesi. Gaspar Noé herkese hitap edecek diye bir şey yok.



117) Youjuu Toshi-Wicked City/Kawajiri Yoshiaki: Hentai olarak anılan pornografik yapımlara oldukça yakın bir anime filmiydi. Cinsel birleşme anlarını net olarak göstermemesi dışında bolca sevişme ve tecavüz sahnesi içeren bir yapım. Cinsellik üzerine kurulu bir yapım olarak kadına bakışı da oldukça sorunlu olan bir proje. Femme Fetale yani Vamp Kadın yani erkekleri baştan çıkaran kötü kadın tipleri ile dolu bir film bizi bekleyen. Filmin başından sonuna kadar, başrol Makie dışına, gördüğümüz tüm kadınlar vamp kadın ve Makie’de dahil hepsi şeytan. Kadın şeytanlık, cinsellik ve kötülük ile özdeşleşen bir varlık konumunda. Bu konumdan ise, Makie örneğinde olduğu gibi, bir anne olarak ve bir erkeğin koruması altına girerek kurtulabiliyor. Yani kadının iyi olması anne olmasına bağlanıyor bir yerde. Kadının iyi olma koşulu, erkeğinin gölgesinde, çocuğunun anası şeklinde kodlanıyor. Öteki türlü cinsel bir obje ve kötü. Ataerkil düzenimizin kadına bakışına Japonya’dan bir örnek.


118) Dolemite Is My Name/Craig Brewer: Biyografik filmleri çok severim; bunu hep söylemişimdir ve bu filmi de o yönüyle severek izledim. Ancak buraya yazacağım birkaç cümle filmdeki siyah-beyaz çatışması ve ırkçılık gibi konular üzerine olmayacak. Tamam bu konular da önemli ama benim açımdan, özel olarak, en önemli yanı, bu filmin “film yapmak” üzerine olması. Taşradan çıkan bir adamın beyaz perdeye uzanan yolculuğu. Bir azim ve hayal öyküsü; en vurucu kısmı ise temelinde bir gerçek yatması. Bir sinema öğrencisi olarak beni çok etkileyen bir film oldu. Yer yer kaybetmeye başladığım hayallerim ve azmim, abartmadan söylüyorum, tekrar alevlendi adeta. Dolemite, hayal kurmanın ve kurduğun hayallere giden yolda azimli olmanın öyküsü. Filmin ana karakteri Rudy’nin de dediği gibi “Hedefiniz ay olsun ama, ıskalarsanız bir yıldıza sarılın.” Hayal kurmaktan, hayaller kurmaktan korkmayın. Azimli olduğunuz sürece biri gerçekleşmese bile diğeri sizi güldürecektir.



119) Bokemono no Ko-The Boy and The Beast/Mamoru Hosoda: Uzun zamandır anime olarak TV dizilerini izliyordum ama işin sinema kısmının da oldukça iyi olduğunu unutmuşum dürüst olmak gerekirse. Genel olarak uzun soluklu serüvenleri seviyorum animelerde ama başarılı sinema filmleri, iki saatlik bir süre içinde de çok güzel bir hikaye sunabiliyor. Bu filmde onlardan birisi. Bir yandan canavarlar dünyası gibi fantastik öğeleri işin içine katarak albenisini arttırırken, diğer yandan da oldukça güzel eleştiriler sunuyor. Örneğin Japon eğitim sistemindeki olumsuzluklar ve öğrencilerin baskı altında kalması; diğer taraftan, Japon aile sistemindeki değişim ve belki de çöküş. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrasında oluşan ve etkilerinin halen devam ettiği anlaşılan otorite/baba figürü eksikliği gibi. Ancak bunları göze sokarak değil, arka planda hafif dokunuşlar ile yapıyor. Ayrıca film Japon mitolojisi ile de kendine bir temel oluşturuyor. Güzel bir baba-oğul ilişkisi izlemek isteyen ve anime seven herkese öneririm bu filmi.



120) Black Fox/Keisuke Shinohara-Kazuya Nomura: Aksiyonlu başlayan ancak sonrasında ritmini kaybeden bir film. Bir buçuk saate sığdırmak için hikayenin bazı kısımları çok aceleye gelmiş bana göre. Ana karakter Lily’nin büyümesi ve Brad ve Lauren adlı kötü karakterlerin motivasyonları konusu daha derinlemesine sunulabilirdi. İkilinin Allen (Lily’nin babası) ile olan geçmişleri sadece diyaloglar üzerinden veriliyor ve bize sadece sonuç gösteriliyor. Filmin sonu da açık uçlu bırakılıyor. Devam filmi gelecek gibi. Filmin beğendiğim tarafı ise; çatışmayı çok iyi kurmaları. Modern ve geleneksel arasındaki çatışma Lily’nin babası (bilim insanı) ve dedesi (ninja) üzerinden çok net bir şekilde sunulup filmin sonunda da Lily (Teknolojik ninja) karakteri üzerinden bu çatışmaya yine çok güzel bir çözüm sunuluyor. Geleneğe sahip çıkıp, modernleşmeyi de kabullenmek. Aslında filmin bu çatışması Meiji dönemindeki modernleşme hareketlerinden beri Japon toplumunda var olan temel bir çatışma ve film bu çatışmaya kendince güzel bir cevap buluyor. Çatışmayı beğenmekle birlikte filmi genel olarak çok beğenmedim. Kimseye illa izleyin diye bir öneride bulunmam. Ortalama bir filmdi.

Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.

Kazan



Yorumlar