131) Joker/Todd Phillips: İlk yarım saat içerisinde,
filmi izlemeyi bırakmayı ciddi ciddi düşündüm; bunu kabul etmem
lazım. Ancak trende yaşanan cinayetten sonra, yani kırılma
anından sonra işler ilginçleşmeye başladı ve gerilim güzel
tırmandı. Ama yine de şöyle bir dönüp bakınca, ben o kadar da
çok etkilenmedim. Adını koyamıyorum ama bir şey eksik kalıyor.
Filmin adı “Joker” ancak biz bu iki saat boyunca Arthur
Fleck’in hikayesini izliyoruz. Joker, sadece bir ambalaj. Arthur’un
yaşadıkları başlı başına güçlü bir hikaye ama dürüst
olmak lazım. Bu film bize Arthur Fleck’in hikayesi olarak
sunsalardı, bu kadar yoğun bir talep olmazdı. Yapımcı, yönetmen,
sorumlu kişiler, çok güzel bir reklam kampanyası yaptılar.
Ellerindeki güzel yiyeceğe çok güzel bir ambalaj hazırladılar
ve bir talep oluşturdular arz için. Görüyoruz ki kampanya
başarılı. Çizgiromanın fantezi dünyasından uzak ve gerçeğe
yakın bir Joker hikayesi; böyle baktığımızda da aslında
ürkütücü. Batman-Joker savaşını bir kenara koyup sadece bu
film özeline bakınca; Arthur’un yaşadıkları, verdiği mesajlar
vs. film bu yönleriyle çok kuvvetli. Zaten oyunculukların ve
sinematografinin tartışılacak bir yanı yok ama Arthur’un Joker
hali belki bira daha uzun sürse, gerçekten bir Joker filmi
izlediğimi hissederdim ama benim şimdi hissettiğim; bir çeşit
cinnet filmi izlediğim.
132) Davacı/Zeki Ökten: Kemal Sunal’ın
oynadığı filmleri çocukluğum boyunca sadece güldürü öğeleri
sebebiyle izleyip sevdim. Ancak, şimdi tekrar dönüp bu filmleri
izlediğim zaman bazılarının ne kadar eleştiri dolu olabildiğini
anlıyorum. “Davacı” da o filmlerden birisi. Dönemin
adalet sistemine eleştiri okları yöneltiliyor. Filmin, bir
avukatın yazdığı bir romandan uyarlama olması ise eseri daha
güçlü bir hale getiriyor. Hikayenin temelini oluşturan bu
sürüncemede kalma durumu ise insanın aklına Kafka’nın “Dava”
adlı eserini getiriyor. Orada da hukuk sistemine bir eleştiri vardı
ve bu eleştiri, oldukça kasvetli bir dille anlatılıyordu. Ancak
bu film, benzer bir eleştiriyi daha bizden bir hikaye ile, komedi
unsurlarını işin içine dahil ederek yapıyor. İzlenmesi gereken
Türk filmlerinden birisi bana göre. Filmde Demet Akbağ ve Erkan
Can gibi günümüzün “usta” olarak anılan sanatçılarını
bu filmde adeta figüran olarak görmek ise başka bir taraf elbette.
133) Star Wars: The Rise of Skywalker-Yıldız Savaşları:
Skywalker’ın Yükselişi/J. J. Abrams: Yani, ne demeli
bilemiyorum. Her zaman da olumsuz eleştiri yapmanın bir yolunu
aramaya gerek yok. Ben filmi beğendim. Hatta, üçleme içinde en
çok bu filmi beğendim dersem hiç de abartmış olmam. Rahatsız
olduğum sadece iki nokta var. Bir; filmin kötüsü olarak geçmişten
bir karakteri, Palpatine’i hortlatmış olmaları ve iki; Rey’in
Palpatine’nin torunu olması. Açıkçası hikaye böyle
kurgulanmışken “The Rise of Skywalker” yerine “The
Rise of Palpatine” deseymişsiniz daha iyiymiş. Şaka bir
yana, filmin finali ile verdiği mesaj gayet güzeldi. Aile olmak
demek illa kan bağına sahip olmak demek değildir. Aile kavramı,
kan bağından çok daha öte bir şey.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder