İZLEDİĞİM FİLMLER LİSTESİ 2020-I




1) Polizei/Şerif Gören (1988): Kemal Sunal denildiği zaman, insan sanki onun tüm filmlerini seyretmiş gibi hissediyor ama bazen böyle olmadığı ortaya çıkıyor. Ben “Polizei” filmini ilk defa izledim. Bence film daha iyi bir sonu hak ediyordu ama yine de başarılı olduğunu söylemem lazım. Kemal Sunal gibi bir komedi üstadını da dram karakteri olarak izlemek ilginç bir tecrübe oldu. Film, Türk erkeğinin kadına bakışını ve yine Türk’ün Alman kültürü ile çatışmasını çok iyi ortaya koymuş ama Aliekber’in sevdiğine kavuştuğu bir son yerine, daha gerçekçi, daha vurucu bir son üretilebilirdi. Bence bu giriş ve gelişmenin sonucu hüzünlü olmalıydı. Aliekber, Fatma’ya attığı tokadın sonuçları ile yüzleşmeliydi.

2) Gurbetçi Şaban/Kartal Tibet (1985): Aynı gün içinde iki Kemal Sunal filmi ve ikisinin de ana konusu Almanya’daki Türkler. “Polizei”, Türkler’in içine düştüğü kültür çatışmasını yansıtan bir filmdi ve daha dram yüklüydü. “Gurbetçi Şaban” ise bir komedi filmi ama yoğun bir Batı düşmanlığı filmin diline hakim. Almanya ve Almanlar ve hatta filmin ilk kısmında gösterilen Yunanlar, her zaman olumsuz bir gösterimle bize sunuluyor. Almanlar, Nazi olarak kodlanırken, Türkler sürekli mazlum konumda ve filmin ikinci yarısında Şaban’ın gerçekleştirdiği tüm aksiyonlar seyirci tarafından olumlu karşılanıyor bu sebeple. Filmde yer alan neredeyse bütün Alman karakterler kötü ve iyi olan herkes Türk. Açıkçası bu filmi daha önce, çocukluk yıllarımda izlemiştim ancak o zamanlar böyle bir gözle bakmayıp sadece gülmüştüm. Şimdi ise, film birçok açıdan sorunlu göründü bana. Özellikle Şaban’ın, Almanların domuz yediği için pis olduğu, yönündeki söylemi oldukça ırkçı bir yaklaşım barındırıyor temelinde. Yani, bana göre, bu film, Almanları ırkçı olarak kodlarken, arka planda kendisi de ırkçı bir dil oluşturuyor.

3) Pianist-Piyanist/Roman Polanski (2002): Yahudi Soykırımı’nı gerçek bir hikaye üzerinden ve Polonyalı bir yönetmenin gözünden izlemek oldukça etkileyiciydi. Neredeyse 20 yıllık olacak bir filmi bu kadar geç izlediğim için biraz pişmanım. Filmin en beğendiğim yönü, tüm Almanların Nazi olmadığı vurgusunun çok hoş bir şekilde yapılmış olmasıydı. Ayrıca Yahudilerin yüzleştiği zorluklar çok vurucu sahneler ile seyirciye sunuluyor. Sadece biyografik bir hikaye olması benim açımdan başlı başına vurucu bir nokta. Ayrıca bu film ile birlikte Roman Polanski filmleri ilgi alanıma girmedi dersem yalan olur. Son yıllarda, II.Dünya Savaşı ve Yahudi Soykırımı filmleri genelde çok ABD övücü tonlar içeriyor. Amerikan propagandası ile boğulmadığı için de oldukça beğendim bu filmi. Ayrıca Adrian Brody’nin oyunculuğunu izlemek büyük bir zevkti.

4) Colonia/Florian Gallenberger (2015): 1970’ler Şilisi, Salvador Allende’yi deviren askeri yönetim ve General Pinochet; karmaşa içinde, sağ sol çatışmalı, baskı altında bir ülke ve eşitlik arayan gençler. Bitti mi? Bitmedi; diğer yanda Naziler ve din sömürüsü temeline oturtulmuş bir distopya ve bir kaçış öyküsü. Ve sıkı durun; gerçek temelleri bulunan bir hikaye. Hayatın kendisinin ve insanların ne kadar acımasız olduğunun bir hatırlatıcısı. Ben bu filmi beğendim ve tavsiye ederim.



5) Tezuka Osamu no Buddha: Akai Sabaku yo! Utsukushiku-BUDDHA/Morishita Kouzou (2011): Animenin gelişimindeki en önemli isimlerden birisi olan Osamu Tezuka’nın mangasından uyarlanan bir film. Japonya’da da çok önemli bir din olan Budizm’in başlangıcına yönelik bir hikaye. Film, ilk Buda olan Siddhartha’nın hayatının ilk aşamasını, yani Buda olmadan öncesini merkeze alıyor ve Siddhartha’yı bu yola iten nedenleri ortaya koymaya çalışıyor. Mangayı okumadığım için net bir şey söylemek zor ancak bana göre filmin çok zayıf bir yönü var. Anime, başından itibaren bize güçlü karakterler sunuyor ancak süre biterken karakterlerin çoğunluğunun hikayesi bir sonuca bağlanmıyor ve film bu yönüyle açık uçlu bitiyor. Tatta gibi oldukça fantastik bir karakterin bu filmde bulunma amacı neydi, Siddhartha ile nasıl bir ilişkisi olacak? Bu sorular cevapsız kalıyor ve daha birçok soru da aynı şekilde. Yine de bilgi verici yönü olan bir film izlemek faydalı oldu ve Tezuka’nın iri göz çizim tekniğini bu filmde de görmeye devam etmek garip bir his uyandırdı. Film karakterleri, 2011 yapımı bir film için Tezuka sebebiyle çok 60’lar şeklinde kalmışlardı. Çok uzatmadan; fena film değil, izlenir.

6) Gemini Man-İkizler Projesi/Ang Lee (2019): Yani, Will Smith filmlerini severim. İzleyip de sıkıldığım bir filmini hatırlamıyorum. Ama bu filmin öyle çok büyük bir numarası yok. Klasik bir aksiyon filmi ve “Suicide Squad” filmiyle göz aşinalığı oluşturan keskin nişancı tipi bu filmde de Will Smith’in üstüne tam oturmuş. Yani Will Smith filmi götürüyor. Boş zamanda izlenilebilecek eğlencelik bir yapım, daha fazlası değil. Ama her zamanda dünya sorunlarına çare bulamayız, bazen sadece bir aksiyon seyrederiz, düşünmeye gerek duymadan ya da zorunda kalmadan. Gerçi yer yer yoğun “güçlü ABD” propagandası göze batıyor ama sonuçta bir Hollywood filmi.

7) Cennetin Krallığı-Kingdoom of Heaven/Ridley Scott (2005): İlkokulda, lisede, lisansta, yüksek lisansta, her zaman ve tekrar ve tekrar ve tekrar sıkılmadan izlediğim bir film. Hristiyanlık, Müslümanlık, Haçlı Seferleri ve daha birçok meseleye dair; insana dair çok fazla çıkarım yapılabilecek bir başyapıt. Filmin söylediği şey, en azından benim çıkarımım, bu savaşlar din ya da tanrı uğruna değil, sadece gücü elinde bulunduran hırslı insanlar uğruna. Klasik hikaye, filler tepişnce çimenler ezilir. Tarihin başından beri, gücü elinde bulunduran bir avuç insanın hırsları uğruna milyonlarca, milyarlarca insan ölmüştür ve hala da ölmeye devam etmekte. Belki bir gün, insanı topraktan, taştan daha değerli görebilirsek, dünya daha iyi bir yer olabilir ve gerçekten “Cennetin Krallığı” kurulabilir.

8) Zombieland: Double Tap-Zombi Ülkesi: Çift Dokunuş/Ruben Fleischer (2019): Filmi izlemeden önce sosyal medyada birçok olumsuz yorumla karşılaşmıştım ama ben filmi beğendim. Zombi filmlerine komedi bakışıyla yaklaşılan bu seriyi seviyorum. İlk filmi izlediğimde henüz liseye yeni başlamıştım ve “Resident Evil” (yazılışında hata olabilir) serisinden sonra zombi filmleri açısından yepyeni bir soluk getirmişti hayatıma ve amatör sinema tutkuma. Şimdi ise, aradan geçen 10 yılın ardından bir sinema yüksek lisans öğrencisiyim. Naçizane, bir tez yazmaya çalışıyorum sinema alanında ve görece profesyonel bir iş artık sinema benim için. 10 yılda sinema üzerine düşüncelerim ve film zevklerim elbette değişti ve uzun uzadıya düşünürsek bu film hakkında da eleştirebilecek çokça şey bulabilirim ama ilk anda sadece güldüm. Sürekli kahkaha ile olmasa bile tebessümle. Benim için iyi bir filmdi. Beklediğim ve istediğim şeyi aldım. Bolca zombi, distopik bir dünya ve aile olmak üzerine bir sorgulama. Güzeldi. Elbbette filmin sonunda “Bill Murray”ye bir sahne verip ilk filme gönderme yapmaları da oldukça eğlenceliydi. Tavsiye edilir.

9) The Sisters Brothers/Jasques Audiard (2018): Yakın dönem Western filmi. Başrollerinde güncel “Joker”, “Joaquin Phoenix” ve “John C. Reilly” “Sisters Kardeşler” olarak yer alıyorlar. Kovboylar, altın arayıcılar, ödül avcıları ve daha birçok Western ikonografisi bu filmde kendine yer buluyor. Ayrıca bu film, bir yol hikayesi; bir eve dönüş yolculuğu. Çok fazla vaatte bulunmayan ama izleyeni de sıkmadan ilerleyen bir film. Pazar sabahlarının kovboy filmlerini özleyenler ya da bu türe ilgi duyanlar varsa izlenebilecek bir yapım.



10) Godzilla 1: Kaijuu Wakusei-Godzilla: Planet of the Monsters/Seshita Hiroyuki (2017): II. Dünya Savaşı sonrası ilk “live-action” “Godzilla” filminden sonra “kaijuu” yani canavar filmleri Japon Sineması’nın dünyaya sunduğu en önemli tatlardan biri olmuştur. Birçok devam filmiyle birlikte Godzilla’nın yanına çokça başka canavar da eklenmiş ve bu canavarların ünü Japonya sınırlarını aşıp Hollywood stüdyolarında da kendine yer bulmuştur. Amerikan toprakları da birkaç uyarlama filme sahne olmuşturtur. Japonların dev kertenkelesi, Amerikan topraklarını da yakıp yıkmaya başlamış. 2014 yılında “Warner Bross.” tarafından başlatılan “canavarlar evreni” konseptinin temel direğini de Godzilla oluşturmaktadır. Tekrar bu canavarın ana vatanı olan Japonya’ya dönelim. Japon Sineması çöküşe geçtikten sonra anime sektörü güç kazandı ve kariyerine live-action filmlerde başlayan Godzilla da anime filmlere geçiş yaptı. “Godzilla 1” de canavarımızın anime filmi üçlemesinin ilk ayağı. Godzilla’ya Japon bakışını görmek isteyen ama 2000 öncesi kaijuu filmlerini izlemeyi göze alamayan sinema severlere önerilir. İyi seyirler.

Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilrsiniz.

Kazan


Yorumlar

Yorum Gönder