İZLEDİĞİM FİLMLER LİSTESİ 2020-II



11) Rambo Last Blood/Adrian Grünberg (2019): Şimdi, “Rambo” serisini baştan sona düzenli izledim desem yalan olur. Kopuk kopuk her şey. Çok fazla Amerikan propagandası olarak gözümüze gözümüze sokulan bir proje olarak düşünmüşümdür hep ki fikrim hala aynı. Yine de şöyle bir bakacak olursak; sanırım ilk film Vietnam Savaşı’ndan dönen sorunlu bir askerin ABD’de güvenlik güçleri ile mücadelesini anlatıyordu. Aynı asker yani Rambo, ikinci filmde Asganistan, üçüncü filmde de Vietnam’da “kötülere” karşı mücadele ediyordu. İkinci ve üçüncü filmlerin ülke sıralamaları tam tersi olabilir emin değilim. Dördüncü filmde ise Rambo, Vietnam olduğunu tahmin ettiğim bir Güneydoğu Asya ülkesinde balıkçılık gibi bir iş yapıyordu ve bölgeye yardım için gelen Batılı/Amerikalı insanları terörist bir grubun elinden kurtarıyordu. Yani konular çok net değil kafamda ama net olan tek bir şey var; Rambo koyun sürüsüne dalan kurt gibi insanları öldürüyordu. Bu filmde de değişen bir şey yok. Rambo’ya intikam alması için bir sebep verildi ve sonucunda Rambo onlarca insanı tek başına katletti. Yıllar geçse bile Rambo için değişen bir şey yok. İyi Rambo, kötü Vietnamlıları, Afganları ve Meksikalıları ortadan kaldırıyor. Bu defa iyi ABD karşısına Meksika konulmuş ve kötü sensin denilmiş. Sanki kadın ticareti yapan çeteler ABD’de hiç yokmuş gibi Meksika’dan Rambo için kötüler getirmişler. Film boyunca Meksika, uyuşturucu, hayat kadınları, insan kaçakçıları, silahlı çeteler ve yozlaşmış polisler ile özdeşleştiriliyor ve Rambo tüm bu olumsuzlukların sebebini Amerikan ruhu ile sonlandırıyor. Neredeyse 40 yıl geçmesine rağmen Rambo için değişen bir şey yok. Hala bir ölüm makinesi tabi sadece ABD’li olmayanlar için.



12) One Piece Movie 14: Stampade/Sotozaki Haruo-Ootsuka Takashi (2019): One Piece! Benim bireysel olarak anime izlemeye başlama sebebim. Şimdiye kadar 917 TV bölümü, onlarca OVA ve Special bölüm, 1000. sayıya yaklaşan manga, video oyunları ve daha bir sürü yan ürün. Kendi başına koca bir dünya bu seri ve 20. yılında 14. sinema filmiyle karşımızda. Şimdiye kadar tüm filmleri izlemiştim ve favorim “Film Z” projesiydi. Ancak Stampade tahtı bugün itibariyle aldı. Film bize adeta 20 yıllık bir görsel şölen sundu. Film boyunca, TV serisinde yıllar içinde karşılaştığımız karakterler irili ufaklı rollerle boy gösterdiler. Bu yönü çok hoştu ve bazı karakterleri tekrar görmek güzel bir duygu uyandırdı. Baş kötü zaten efsaneydi ancak “Hasır Şapka Korsanları”nın “Douglas Bullet” adlı kötüyü yenmek için hiç beklenmedik ittifaklar kurması daha şahaneydi. Devrim Ordusu, Denizciler, Korsalar ve Savaş Lordlarının tek ve kaçınılmaz düşmana karşı ittifakı şahaneydi. Ben filmi çok beğenerek izledim ve One Piece külliyatına hakim herkese de şiddetle öneririm. Tek bir eleştirim var ancak bu film özelinde değil genel olarak One Piece sinema filmlerinin üretim tarzı hakkında. Filmlerin çok güzel hikayeleri var ancak manga ve TV serisinde ilerleyen ana hikayeden çok bağımsız olmaları rahatsız edici bir yönüyle. Örneğin tam bu günlerde Hasır Şapkalar, Kaido adlı Yonko ile savaşmak için Wano adasında bulunuyor ve 2019 yılı boyunca bu durum bu şekildeydi ama filme dönüp baktığımızda hangi zaman diliminde geçtiği belli olmayan bir hikaye var. Luffy, Big Mom’ın adasından ayrıldıktan sonra 1,5 milyar ödüle sahip oldu ancak oradan ayrılır ayrılmaz Wano’ya, Kaido’nun bölgesine girdi. Yine de filmde bu ödüle sahip olduğu söyleniyor. Neyse çok uzattım. Belki de en iyisi Marvel-DC mantığı ile bu sinema filmlerinin paralel bir evrende geçtiğini düşünüp izlemeye devam etmek.

13) Victoria and Abdul/Stephen Frears (2017): Bulgaristan yollarında izlediğim ilk film (bu arada Bulgaristan’a girişim engelendi. Gidemedim yani. Elimde kalan tek şey o yolda gidip gelerek 3 film bitirmek oldu). Film güzel bir biyografik yapımdı. Hükmetmenin ağırlığı ve İngiltere-Hindistan ilişkisi üzerine güzel bir bakış açısı sunmuş. Sıkılmadan izlediğim bir film oldu.

14) The Big Short/Adam McKay (2015): Bulgaristan yolları vol. 2. 2008 ABD krizini sebeplerine odaklanan ve yine biyografik olan bir film. Açıkçası filmin içinde dolandığı borsa dili bana çok uzak olsada yine de genel hatlarıyla dünyayı sarsan bu “Mortgage Krizi” mevzusunu anlamamı sağladı; yani hemen hemen. Konusu bir yana oyuncu kadrosu oldukça güçlü. Hollywood’un birçok yıldızı kadroda. Oyuncuya göre film izleyenler için önerilir.

15) Identity Thief-Kimlik Hırsız/Seth Gordon (2013): Bulgaristan yolları vol. 3. Klasik bir Amerikan komedi filmi ve bir yol hikayesi. Fazla bir şey vaat etmiyor ama sıkıcı bir film de değil. Başrollerin önceki filmlerini sevdiğim için izledim. “Jason Bateman” ve “Melissa McCarthy” ikilisi iyilerdi. Jason Bateman’ın “Game Night” ve Melissa McCarthy’nin “Spy” filmleri favorilerim. Komedi severlere önerilir.

16) Parasite/Bong Joon Ho (2019): Zengin-fakir çatışmasını çok iyi sunan ve bunu güçlü hikaye akışıyla sağlayan bir film; kabul etmeliyim. Ancak ben kendi adıma sonunu beğenmedim. Bay Park’ın tek suçu zengin olmak olmamalıydı. Elbette “Parazit” ailenin sonu da yeterince vurucu değildi. Tamam, kızları öldü ama onlar yüzünden üç ve hatta belki dört kişi daha hayatını kaybetti. Buna rağmen cezalandırılmadılar. Belli ki Kore hukuku farklı işliyor ancak anne, öldürdüğü adam yüzünden ceza almadı. Sadece baba, Bay Park’ı öldürdüğü için aranıyor ancak o da saklandı ve kimse tarafından bulunamadı. Filmin sonunda erkek çocuğun çalışıp, mücadele ederek bir yerlere varmak istemesi güzel bir mesajdı ama bu filmin mağdurları açıkça zengin aile. Zengin olmaları başlarına gelenlerin cezasız kalmasını gerektirmezdi. Bana göre, giriş ve gelişme başarılı ancak sonuç benim açımdan yetersiz. Neyse ne; bu filmi Bong Joon Ho yönetmiş ve bu onun filmi. Bize düşen izleyip zevk almak. Sonuçta bu filmi değiştiremem. Yine de umarım Oscar kazanan bir yapım olur.

17) Borg vs. McEnroe/Janus Metz (2017): “Battle of Sexes” filminden sonra tekrar biyografik bir tenis hikayesi izlemek bu spora ilgimi giderek arttırdı diyebilirim; tabi sadece seyirci olarak. Spor müsabakaları birçoğumuz için yani taraftar-izleyici açısından bir eğlence aracıdır ancak bu film, sporun kendisinin ve seyircinin sporcu üstünde ne denli büyük bir baskı kaynağı olduğunu oldukça güçlü şekilde yansıtıyor. Kazanmak ayrı, kaybetmek ayrı zor. Kaybettiğinde hiçsin ama kazandığında da bir önemi yok çünkü bir gün kaybedeceksin ve insanlar önce ve belki sadece o kaybı hatırlayacak. Filmin bize sunduğu hikayenin biyografik, yani gerçek kaynaklı olması ise vuruculuğunu daha da arttırıyor. Biyografik filmleri gerçekten seviyorum; kurmaca ile belgeselin müthiş melezi bana göre. Bu filmi de herkese öneririm. Sıkılmadan izlenebilecek oldukça iyi bir film.

18) City of Lies/Brad Furman (2018): Özellikle 90’larda polis tarafından işlenen siyahi cinayetlerine odaklanan biyografik bir yapım. “Tupac Shakur” ve “The Notorious B.I.G” gibi iki siyahi repçinin ölümlerinin perde arkasına odaklanan bir yapım. Ben açıkçası filmi “Johnny Depp” için izledim ama çok zevk aldığım söylenemez. Bahsi geçen repçiler hakkında bilgim olmaması beni biraz hikayeden uzaklaştırdı ancak ilgililerin izleyebileceği bir yapım.

19) Dunkirk/Christopher Nolan (2017): Elbette hikayesi de oldukça vurucu ancak filmi asıl ön plana çıkaran zamansal kurgusu. Üç farklı zaman çizgisi ile başlayan film, seyirciyi sürekli bir merak halinde tutuyor. Zaman çizgilerinin ne vakit birleşeceği düşüncesi izleyeni sürekli olarak aktif, odaklanmış bir şekilde bırakıyor. Öte yandan II. Dünya Savaşı’ndaki “Dunkirk Olayı” üzerinden savaş psikolojisine, özellikle er olarak adlandırılan en alt kademe askerlerin durumuna odaklanmak iyi bir seçim olmuş. Rütbeliler karar verir ve olan erlere olur. Askerlerin hayatta kalma mücadelesinde her yola başvurmaları, savaşın vahşetini adeta tokat gibi yüzümüze çarpıyor. İngilizler kurtulurken Fransız askerin boğulmuş olmasında bir simgesellik aranmalı mı acaba bilemiyorum. Ancak Gibson (Fransız) karakterinin İngilizleri her fırsatta kurtarmasına rağmen ilk fırsatta harcanmak istenen kişi olması ve sonunda yine onun ölmesi de acı ve adaletsizdi ama maalesef hayatın kendisi de öyle.

20) Earthquake Bird/Wash Westmoreland (2019): Nasıl demeli bilemiyorum ama sanırım çok uzatmaya gerek yok; ben bu filmi beğendim. Severek izledim. Hikayesi güzeldi. İçe kapanık, geçmişinde hayaletler ve sorunlar olan bir kız, tanıştığı yakışıklı, gizemli ama tedirgin edici adam ve kayıp bir başka kadın. Hikaye bizi adım adım cinayete doğru sürüklüyor ama bunu telaşla değil durağan adımlarla yapıyor. Aslında fotoğrafçı elemanın yani Teiji’nin katil olduğundan emin bir şekilde izlerken yine de kendini Lucy’nin de cinayeti işlemiş kişi olabileceğine hazırlıyorsun. Ama her şey abartısız bir şekilde yaşanıyor; son ana kadar şiddet dozu diplerde. Benim açımdan filmi çekici kılan ise ana karakterin Japonya’da bir yabancı olması ve oraya dışardan bir bakış sunması. Arka planda Japon doğası, mimarisi, toplumu, kültürü, vs. çok güzel bir şekilde ve yine telaşa düşmeden seyirciye sunulmuş. Japonya’ya gitme isteğimi körükleyen bir yapım oldu.

Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.


Kazan

Yorumlar