İZLEDİĞİM FİLMLER LİSTESİ 2020 (İFL 2020)-VI


51) Knives Out/Rian Johnson (2019): Birçok izleyici ve eleştirmenin övdüğü 2019’un önemli filmlerinden biri. Dedektiflik ve gizem hikayelerini severim ve evet bu da güzel bir filmdi o yönüyle. Ancak, çok çok aşırı sürprizli olduğunu söyleyemem. Yönetmen, tahmin edilemez bir son yaratmak yerine, hikayesini akıllıca kurgusu ile köpürtmüş ve başarılı bir proje ortaya koymuş. Bir sahnede bir silah varsa, o silah eninde sonunda patlar anlayışı bu filme iyi uygulanmış. Diyaloglar ya da görseller yoluyla belirtilen her araç, her durum, ilerleyen sahnelerde en iyi şekilde hikayeye bağlanmış. Sonuç olarak başarılı bir film ortaya koymuş yönetmen; sürpriz sonlu ya da izleyeni diken üstünde tutan bir gizemle değil belki ama oldukça sağlam bir kurgu ile yapmış bunu. Filmin çok büyük hayranı olmadım ve tekrar izlemek gibi bir niyetim olacağını sanmıyorum ama basitçe: “Beğendim.”


52) The Royal Tenenbaums/Wes Anderson (2001): Tam bir “Wes Anderson” filmi. Elbbete “Owen Wilson”ın da bu süreçteki payını unutmamak lazım. Bu eserler ikilinin ortak çalışmasının ürünleri. Filmi sevdim. Yarattıkları karakterler, bölümler halindeki anlatım, renkler, vs. her şeyiyle kendini izleten bir filmdi. Wes Anderson, “auteur” bir yönetmen ve her auteur gibi, kimi kendi çekim dili, kimi kendi kemikleşmiş oyuncu kadrosuyla farkını ortaya koyuyor ve bu isimler, ilk filmden itibaren, irili ufaklı rollerle hikayeye dahil olmayı sürdürüyorlar. “Auteur yönetmen” seviyorum kesinlikle. Filmin konusu ise; merkeze ailenin, nasıl tanımlamalı, vurdumduymaz babsını almakla birlikte genel olarak dağılmış haldeki Tenenbaum ailesinin biraraya geliş ve toparlanış sürecini anlatıyor. Tabi bu noktada, baba Tenenaum yani Royal çok önemli bir rol oynuyor. Güzel işlenmiş karakterleri olan ve güzel bir dille anlatılmış sade bir hikaye.


53) The 33/Patricia Riggen (2015): Ne diyebilirim ki, filmi sevdim. Baştan söyleyeyim, takıldığım tek nokta karakterlerin İngilizce konuşmasıydı. Tamam, bu bir Hollywood filmi yapacak bir şey yok ama İspanyolca daha bir yakışırdı bu filme bana göre. Neyse! Hikaye, 2010’da Şili’de gerçekleşen maden kazasını ve bu kazadan 69 gün sonra kurtulmayı başaran 33 madenciyi anlatıyor. Gerçek bir hikaye yeniden. Böyle işlere bayılıyorum. Ama filmin sonu üzdü. Madenciler kurtuldu ama maden şirketi de kurtuldu. Maden şirketi almadığı önlemler yüzünden cezalandırılmadı ya da madenciler kaza sebebiyle herhangi bir tazminat alamadılar. Bu büyük bir olaydı ve o tarihlerde ülkemizde dahi gündem olmuştu. Peki geçen on yılda bir şey değişti mi? Sanmam. Kapitalist bir dünyada yaşadığımız ve patronlar insan hayatından önce kendi ceplerini düşündükleri sürece işçiler ölmeye devam edecek maalesef. Filmin Latin Amerika’daki ırkçılığa da dokunan bir yönü var ayrıca. Şilililerin, ekipteki tek Bolivyalı olan Mamani’ye karşı tavırları ırkçılık düzeyindeydi. Latin Amerika’da Arjantin, Uruguay ve Şili gibi ülkeler daha çok Avrupa’dan göç etmiş olan insaların soyundan gelen ya da sonraki nesillerde onlarla melezleşmiş kişilerden oluşurken; Bolivya, Paraguay ve Peru gibi daha yüksek rakımlı ülkeler ise kıtanın yerlileri ile aynı soydan gelenler ya da bu soya yakın olanlardır. Film, bu gerilimi bize sunuyor. Tabi özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda kıtada yaşanan savaşların da bu gerilimde payı büyük. Neyse, bu bir tarih dersi değil sonuçta. Sadece şunu söylüyorum; gerçek hikayeler seviyorsanız, bu filmi izleyin.


54) The Life Aquatic with Steve Zissou/Wes Anderson (2004): Yönetmenin dördüncü uzun metraj filmi ve açıkçası bir önceki film olan “The Royal Tenenbaums” kadar çok sevmedim ancak yine de beğendim. Film, bir “belgesel-sinemacı” olan Steve Zissou’nun “jaguar-köpekbalığı” olarak adlandırılan ve aynı zamanda en yakın arkadaşını yemiş olan ender bir köpekbalığının peşine düşme ve bunu filme çekme serüvenini anlatıyor. Bu yolculuk boyunca birbirinden ilginç mürettebatı da ona eşlik ediyor. Benim favori karakterim ise “Willem Dafoe” tarafından canlandırılan “Klaus” oldu. Bu film iki yönüyle dikkat çekiyor: İlk üç filmden sonra ilk defa “Owen Wilson” senaryo sürecine dahil olmamış ve ayrıca film içerisinde bolca kullanılan “stop-motion” animasyon tekniği de yönetmenin sonrasında çekeceği animasyon filmlerin hanercisi adeta. Güzel bir yapım.


55) Bombshell/Jay Roach (2019): ABD'de sağ kanat televizyonu "Fox News" içinde yaşanmış olan taciz olaylarının ortaya çıkış sürecini işleyen bir film. Kadınların nasıl objeleştirildikleri, nelere maruz kaldıkları seyirciye sunulurken, aynı zamanda arka planda da bir "Trump" eleştirisi ilerliyor. "Ocean's 8" gibi başarısız ve erkek orjinli uyarlama filmler izlemektense, kadınların gerçek sorunlarına eğilen bu tarz işleri görmeyi tercih ederim. Aydınlatıcı bir film olmuş.


56) The Darjeeling Limited/Wes Anderson (2007): Ölmüş babalarının bavullarıyla Hindistan’da yolculuk yapan ve hem kaçak annelerinin yanına gitmeye çalışırken hem de ruhani olarak aydınlanmayı amaçlayan üç kardeşin hikayesi. Her biri birbirinden farklı karakterler olan bu üç kardeş, çıktıkları yolculukta tekrar birbirlerine güvenmeyi ve aile olmayı öğreniyorlar. Filmin demiryolu üzerinde geçiyor oluşu da oldukça güzel Hindistan manzaraları sunuyor. Güzel bir yol filmi, güzel bir “Wes Anderson” filmi. Sadece “Bill Murray” bu filmde ne yapıyordu onu anlamak isterdim. Adeta bir figürandı. Toplam üç sahnesi vardı. İkisinde bir iş adamı, diğerinde ise Budist tapınakta bir rahip. Sanırım bu filmle alakalı kısa filmi izlemeden bir bağlantı kuramayacağım. Ya da belki de bir bağlantı yoktur, sadece bir figürandır. Ama film güzel.


57) The Old Man & The Gun/David Lowery (2018): Bir ara sıkıcılaştığını kabul ediyorum ancak yine de güzel film. Gerçek olaylardan ve gerçek bir kişiden esinlenilmiş olması da cabası. Hayatının amacı banka soymak olan ve bunu yaparken gerçekten mutlu olan bir adamın hayat hikayesi. 80 küsür banka soygunu ve tam 16 defa hapisten kaçış. Daha ne demeli, değişik bir soygun filmiydi.


58) Fantastic Mr. Fox/Wes Anderson (2009): “Wes Anderson” tarzı bir animasyon filmi. Kabaca, vahşi hayvanlar ile çiftlik sahipleri arasındaki savaşı anlatan ama bunu yönetmenin kendine has tarzıyla yapan bir yapım. “Stop-Motion” animasyonu çok sevdiğim söylenemez ama yine de yönetmenin etkisi, filmi sevmemi sağladı. Yine birçok ilginç karakter bu hikayeye dahil her Wes Anderson filminde olduğu gibi. Doğa-insan, baba-oğul, birey-toplum gibi birçok farklı çatışma işleniyor aynı anda ve böylece ilk cümlede söylediğimden daha derin bir hikaye ortaya çıkıyor. Yine Wes Anderson ve yine sevdiğim bir film. Şimdiye kadar hiçbiri bir Budapeşte etkisi yaratmadı ama hiçbirinden de nefret etmedim. Ve ayrıca, bir yönetmenin gelişim sürecine eşlik etmek, onunla yeni baştan bir yolculuğa çıkmak gibi oldu bu süreç. Bakalım kalan iki film bana neler hissettirecek. Belli mi olur; belki sonra kısa metraj filmlerini de izlerim. Ama bu film güzeldi. Animasyonu sadece çocuk filmi olarak görenlerin algısını değiştirecek yapımlardan.


59) Rampage/Brad Peyton (2018): Klasik bir “Dwayne Johnson” filmi. Sevgili “The Rock” ve “Albino King Kong” canavarları pataklıyorlar. Tam bir aksiyon filmi; patlamalar, çatlamalar, yıkımlar. En azından sıkılmadan izleniyor.


60) Moonrise Kingdoom/Wes Anderson (2012): İlk başta sevemeyeceğimi düşünmüştüm ama güzel bir film. Olan ya da olmayan aileleri ile problem yaşayan çocuklar, mutsuz, depresif yetişkinler ve elbette aşk. Film bize, 12 yaşlarında bir kız ve erkeğin aşk hikayesini sunuyor. Topluma ayak uydurmakta zorlanan iki aykırı tip, birlikte mutlu olmaya çalışıyorlar. Ancak önlerinde birçok engel var; reşit olmayışları ve yetişkinler. “Wes Anderson” gözüyle bir çocuk filmi.

Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.

Kazan

Yorumlar