İFL 2020-XIII



121) Ninokuni-Ni no Kuni/Momose Yoshiyuki (2019): Yani beni çok ekstra heyecanlandıran bir film olmadı ama güzel bir fantezi. İki farklı dünya, bu dünyalarda birbirleri ile bağlantılı benzer insanlar, iki dünya arasında seyahat eden gezginler, büyü, sihirli yaratıklar, şövalyeler, savaşlar. Sanırım akla gelebilecek tüm klişeleri içeren bir film. Sıkmadan ilerleyen bir yapım olduğunu söyleyebilirim; sonu da mutlu bitiyor. Yine illa izleyin denecek bir film değil ama boş zamanda eğlenmek isteyen anime severlere önerilir.


122) Tenki no Ko-Weathering With You/Makato Shinkai (2019): Yönetmene olan hayranlığım giderek artıyor açıkçası. Yani, kendi kültürünü ve mitolojisini modern zamana, Modern Japonya’ya o kadar başarılı ve etkileyici bir şekilde uyarlıyor ki hayran olmamak elde değil. Biliyorum bir anime film yapmak kolay iş değil ama umarım 2022 yılında başka bir filmi daha gelir. Şimdiden olmayan bir projeyi heyecanla bekliyorum. Peki film neyi anlatıyor? En kısa hali ile kamilerin yani ilahların bir genç kıza havayı kontrol etme gücü vermesi etrafında şekillenen bir hikaye. Tokyo’nun olağandışı hava koşulları yaşadığı bir yaz mevsiminde filizlenen fantastik bir aşk öyküsü sunuyor film bize. Yönetmen, filmini bitirirken, bireysel sevgiyi ve mutluluğu, toplumun çıkarının önüne koyan bir mesaj veriyor ve elbette yine fimin söylediği bir diğer şey ise doğa her zaman kendine ait olanı alır. Yine bir doğa-modernizm çatışması ile karşı karşıya bırakıyor bizi bu yapım. Peki ben filmle ilgili neleri sevdim? Öncelikle ana karakterler Hina ve Hodaka’ya bayıldım ama yan karakterler olan Natsumi ve Nagi de oldukça eğlenceli kişiliklerdi. Diğer yandan sürekli yağmur altında bir Tokyo resmi sunuldu bize film boyunca ve bu hem hüzünlü hem de hayran olunacak bir güzellikti. Bir de müzikler var; açıkçası ilk başta rahatsız olmuştum diyalog aralarındaki şarkılardan ama film ilerledikçe onları da sevdim. Tabi en önemlisi senaryonun mitolojik temeller üzerine oturtulmuş olmasıydı. 21. yüzyılda hala kamilerin varolduğu bir Japonya sunumu oldukça etkileyiciydi. Bunu yaparken kamilerin bir şekle sokulmaması ve sadece işaretler yoluyla varlık göstermeleri de oldukça etkileyiciydi. Eee, tabi sonunda Hina ve Hodaka da kavuşunca film baldan tatlı oldu. Şimdi büyük spoiler oldu ama kusura bakmayın. Ben filme aşık oldum; umarım siz de izler ve seversiniz. Bu yapım, öyle anime ya da animasyon sever olmasanız da izlenebilecek türden harika bir film. Kesinlikle kaçırmayın. Şimdiden iyi seyirler. Ha bu arada 2016 yılında çıkan ve dünya çapında popüler olan “Kimi no Na Wa-Your Name-Senin Adın” adlı yapım da bu filmin yönetmenine ait; bilmeyenler olabilir belki diye belirteyim. Ne olur ne olmaz...


123) Short Peace-Gambo/Andou Hiroaki (2013): Öncelikle projenin adı ile bir derdim var. Adı “Short Peace” ve Türkçe çeviri yapınca “Kısa Barış” anlamına geliyor ancak buradaki mantığı anlamış değilim. Oysa yapım, dört farklı kısa filmden oluşuyor ve sanki “Short Pieces/Kısa Parçalar” daha doğru bir adlandırma olurmuş. Yine de beğendiğim bir proje oldu. Özellikle “Gambo” filmi oldukça güzeldi. Yani Gambo adlı kutup ayısının maceralarını daha uzun uzadıya izlemek isterdim. Düşünsene, Japon ormanlarında bir kutup ayısı iblisler ile savaşıyor; oldukça fantastik. Diğer hikayeleri de beğendim çeşitli yönleriyle ama Gambo açık ara favorim oldu. Sonrasında ise gece ormanda kaybolan yolcu ile eşya ruhlarının macerasını beğendim. Yüzyıl hayat süren eşyaların ruh kazandığı inancı oldukça etkileyici ama resimdeki konuşan kadın anlarında oldukça gerildiğimi kabul etmem lazım. Üçüncü sıraya Edo yani günümüzdeki Tokyo kentinde yaşanan yangın hikayesini koyuyorum ama hikayenin içeriğinden çok biçiminden ötürü. 12. yüzyıldan beri varolan “E-makimono” adlı tomar resimleri, Japon resimli öykü anlatıcılığında önemli bir temeldir ve film içerisinde bu sanatın tekrar hatırlatılması ve biçimsel olarak kullanılması etkileyiciydi. Film bir resim tomarı şeklinde akarak başlıyordu. Son sıraya ise kıyamet sonrası bir dünyada geçen savaş hikayesini koyuyorum. Açık konuşmak gerekirse bu hikaye beni pek çekmedi ama sıkmadı da. Yine de ben Gambo filmini uzun uzadıya bir hikaye olarak izlemeyi tercih ederdim. Farklı bir proje olduğunu düşünüyorum ve izlemenizi öneririm.


124) Mary to Majo no Hana-Mary and the Witch’s Flower/Hiromasa Yonebayashi (2017): Açıkçası fazla Avrupa vari bir hikaye ve karakter tasarımı ortaya koymuş olmaları benim açımdan üzücüydü. Ben daha çok Japon kültürü ve mitolojisi ile bağlantılı bir hikaye kurgusu bulmayı bekliyordum. “Miyazaki” filmlerinde görmeye alışık olduğumuz türde bir ana karakter yani çocukluktan ergenliğe geçiş sürecinde olan ve problemler yaşayan ama bunları daha güçlü ve olgunlaşmış biri olarak geride bırakan bir “shoujo”, bir genç kız etrafında şekilleniyor filmin tüm hikayesi. Ana karakterimiz Mary, şehirden kırsal kesime yeni taşınmış, henüz arkadaş edinememiş, ailesinden uzakta ve etrafı yaşlılar ile çevrilmiş, yalnız ve sakar bir kızdır. Bir gün çayırlarda dolaşırken karşısına çıkan bir kedi onu ormana götürür, Mary bu ormanda sihirli bir çiçek bulur ve cadılar, gökyüzünde adalar, sihirli süpürgeler ve bol bol büyü dolu bir macera başlar hem onun hem de bizim için. Yani fena film değil ama yönetmenin “Aşırıcılar” filmi çok daha iyi bir yapımdı benim için. Yine de sinema severlere tavsiye ederim.

125) Bilby/Pierre Perifel-Juan Pablo Sans-Liron Topaz (2018): “Youtube” üzerinden canlı olarak yayınlanan film festivali “We Are One” kapsamında izlediğim ilk film. 8 dakikalık bir animasyon olan bu yapım, çölde bulduğu bir martı yavrusunu sahiplenip, onu her türlü avcıdan ve doğal tehlikeden koruyarak büyüten bir çöl tilkisi hakkında. Kısa sürede çok şey anlatan eğlenceli bir film.

126) Marooned/Andrew Erekson (2019): We Are One” festivalinde izlediğim ikinci film. Yine 8 dakikalık bir animasyon. Bu film ise ayda mahsur kalmış bir robotun dünyaya dönmek için bir mekik inşa ederken bulduğu küçük bir robot için fedakarlık yapmasını ve kendi yerine onu yollamasını anlatıyor. Bunu da sevdim doğrusu.

127) Bird Karma/William Salazar (2018): Bir balıkçıl, yağmurlu bir havada gölde dans ederek balık tutar ve mutludur ama birden diğer balıklardan farklı turuncu bir balık görür ve tek derdi onu yakalamak haline gelir. Onu peşine düştüğünde ise turuncu balık yerine bir sürü insan atığı bulur. En sonunda turuncu balığı yakalayıp yer ama balık lezzetli değil, üstelik zehirlidir ve balıkçıl ölür. Sonrasında ise balıkçılın yediği balıklar onu yerler. Yaşam döngüsü çok güzel özetlenmiş ancak asıl nokta, insanın doğaya nasıl büyük zararlar verdiğidir. Filmin güzel bir alt metni var. “We Are One” festivali kapsamında izlediğim üçüncü kısa aimasyon.


128) Uchiage Hanabi, Shita kara Miru ka? Yoko kara Miru ka?-Fireworks, Should We See It from the Side or the Bottom?/Akiyuki Shinbou (2017): “Havai fişekler düz müdür yoksa yuvarlak mı?” gibi ilginç bir soru ve zaman yolculuğu gibi bir konu ile ilgi çeken ama elindeki malzemeyi, bana göre, yeterince etkili kullanamayan ve yer yer sıkıcı olan bir film. İzlemesem de olurmuş. Ancak, zamanda geri dönüşlerle kurulan bir aşk hikayesi, romantizm severler için fena bir film olmayabilir. Dürüstçe söylemem lazım; bu filmden çok etkilenmedim. Eh işte diyeceğim bir yapımdı. Çok daha iyi zaman yolculuğu işleri gördüm öncesinde. Üstüne fazla konuşmaya gerek yok.


129) Majokko Shimai no Yoyo to Nene-Magical Sisters Yoyo & Nene/Takayuki Hirao (2013): Yine tam olarak aradığımı bulamadığım vasat bir filmdi diyebilirim. İzlediğim şeyden sıkılmadım ama bir daha da dönüp izlemem doğrusu. Film, başka bir dünyada yaşayan bir cadının gerçekleşen bir lanet sonucunda bizim dünyamıza, Japonya’ya gelmesini ve laneti ortadan kaldırarak dünyayı kıyametten kurtarışını anlatıyor. Tarzıyla, çizimleri ile daha çok küçük çocuklara hitap eden bir anime olduğunu düşünüyorum bu yapımın. Kimseye illa otur bu filmi izle demem ama yerden yere vurulacak bir yapım da değil. Eğlenceli bir çocuk filmi.


130) Rakuen Tsuihou-Expelled from Paradise/Seiji Mizushima (2014): Beğendiğim, güzel bir bilimkurgu filmiydi. Mitolojik bağlantılar barındırması ise ayrıca güzeldi benim açımdan. Filmin ilk bir saatlik kısmı aksiyon açısından durağan ilerliyor ancak sunduğu hikaye sayesinde bu eksikliği toparlıyor ve filmin sonunda yaşanan savaş ile de doruk noktasını yaşıyor. Hikaye gelecekte, dünyanın çöle döndüğü bir kıyamet sonrası zamanda geçiyor. Bu dünyada insan nüfusunun %98’i “Deva” adı verilen bir uzay istasyonu ve bilgisayar temelli sanal bir dünyada yaşamaya başlamış, dünyada kalan insanlar ise azınlık konumuna düşmüşler. Bu zamanda bir hacker, dünya üzerinden Deva sistemine saldırı yapınca Angela adlı güvenlik personeline bir zırh ve bir avatar yani gerçek bir beden verilerek dünyaya yollanıyor ve hackerı bulup yok etmesi isteniyor. Dünyaya giden Angela ise hem suçluyu ararken hem de gerçek bir insan olmayı deneyimliyor. Evrim ve insan olmanın doğası üzerine sorular soran güzel bir film. İzlenilebilecek bir yapım.

Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.

Kazan

Yorumlar