121)
Ninokuni-Ni no Kuni/Momose Yoshiyuki (2019): Yani beni çok
ekstra heyecanlandıran bir film olmadı ama güzel bir fantezi. İki
farklı dünya, bu dünyalarda birbirleri ile bağlantılı benzer
insanlar, iki dünya arasında seyahat eden gezginler, büyü,
sihirli yaratıklar, şövalyeler, savaşlar. Sanırım akla
gelebilecek tüm klişeleri içeren bir film. Sıkmadan ilerleyen bir
yapım olduğunu söyleyebilirim; sonu da mutlu bitiyor. Yine illa
izleyin denecek bir film değil ama boş zamanda eğlenmek isteyen
anime severlere önerilir.
122)
Tenki no Ko-Weathering With You/Makato Shinkai (2019):
Yönetmene olan hayranlığım giderek artıyor açıkçası. Yani,
kendi kültürünü ve mitolojisini modern zamana, Modern Japonya’ya
o kadar başarılı ve etkileyici bir şekilde uyarlıyor ki hayran
olmamak elde değil. Biliyorum bir anime film yapmak kolay iş değil
ama umarım 2022 yılında başka bir filmi daha gelir. Şimdiden
olmayan bir projeyi heyecanla bekliyorum. Peki film neyi anlatıyor?
En kısa hali ile kamilerin yani ilahların bir genç kıza havayı
kontrol etme gücü vermesi etrafında şekillenen bir hikaye.
Tokyo’nun olağandışı hava koşulları yaşadığı bir yaz
mevsiminde filizlenen fantastik bir aşk öyküsü sunuyor film bize.
Yönetmen, filmini bitirirken, bireysel sevgiyi ve mutluluğu,
toplumun çıkarının önüne koyan bir mesaj veriyor ve elbette
yine fimin söylediği bir diğer şey ise doğa her zaman kendine
ait olanı alır. Yine bir doğa-modernizm çatışması ile karşı
karşıya bırakıyor bizi bu yapım. Peki ben filmle ilgili neleri
sevdim? Öncelikle ana karakterler Hina ve Hodaka’ya bayıldım ama
yan karakterler olan Natsumi ve Nagi de oldukça eğlenceli
kişiliklerdi. Diğer yandan sürekli yağmur altında bir Tokyo
resmi sunuldu bize film boyunca ve bu hem hüzünlü hem de hayran
olunacak bir güzellikti. Bir de müzikler var; açıkçası ilk
başta rahatsız olmuştum diyalog aralarındaki şarkılardan ama
film ilerledikçe onları da sevdim. Tabi en önemlisi senaryonun
mitolojik temeller üzerine oturtulmuş olmasıydı. 21. yüzyılda
hala kamilerin varolduğu bir Japonya sunumu oldukça etkileyiciydi.
Bunu yaparken kamilerin bir şekle sokulmaması ve sadece işaretler
yoluyla varlık göstermeleri de oldukça etkileyiciydi. Eee, tabi
sonunda Hina ve Hodaka da kavuşunca film baldan tatlı oldu. Şimdi
büyük spoiler oldu ama kusura bakmayın. Ben filme aşık oldum;
umarım siz de izler ve seversiniz. Bu yapım, öyle anime ya da
animasyon sever olmasanız da izlenebilecek türden harika bir film.
Kesinlikle kaçırmayın. Şimdiden iyi seyirler. Ha bu arada 2016
yılında çıkan ve dünya çapında popüler olan “Kimi no Na
Wa-Your Name-Senin Adın” adlı yapım da bu filmin yönetmenine
ait; bilmeyenler olabilir belki diye belirteyim. Ne olur ne olmaz...
123)
Short Peace-Gambo/Andou Hiroaki (2013): Öncelikle
projenin adı ile bir derdim var. Adı “Short Peace” ve
Türkçe çeviri yapınca “Kısa Barış” anlamına
geliyor ancak buradaki mantığı anlamış değilim. Oysa yapım,
dört farklı kısa filmden oluşuyor ve sanki “Short
Pieces/Kısa Parçalar” daha doğru bir adlandırma olurmuş.
Yine de beğendiğim bir proje oldu. Özellikle “Gambo”
filmi oldukça güzeldi. Yani Gambo adlı kutup ayısının
maceralarını daha uzun uzadıya izlemek isterdim. Düşünsene,
Japon ormanlarında bir kutup ayısı iblisler ile savaşıyor;
oldukça fantastik. Diğer hikayeleri de beğendim çeşitli
yönleriyle ama Gambo açık ara favorim oldu. Sonrasında ise gece
ormanda kaybolan yolcu ile eşya ruhlarının macerasını beğendim.
Yüzyıl hayat süren eşyaların ruh kazandığı inancı oldukça
etkileyici ama resimdeki konuşan kadın anlarında oldukça
gerildiğimi kabul etmem lazım. Üçüncü sıraya Edo yani
günümüzdeki Tokyo kentinde yaşanan yangın hikayesini koyuyorum
ama hikayenin içeriğinden çok biçiminden ötürü. 12. yüzyıldan
beri varolan “E-makimono” adlı tomar resimleri, Japon
resimli öykü anlatıcılığında önemli bir temeldir ve film
içerisinde bu sanatın tekrar hatırlatılması ve biçimsel olarak
kullanılması etkileyiciydi. Film bir resim tomarı şeklinde akarak
başlıyordu. Son sıraya ise kıyamet sonrası bir dünyada geçen
savaş hikayesini koyuyorum. Açık konuşmak gerekirse bu hikaye
beni pek çekmedi ama sıkmadı da. Yine de ben Gambo filmini uzun
uzadıya bir hikaye olarak izlemeyi tercih ederdim. Farklı bir proje
olduğunu düşünüyorum ve izlemenizi öneririm.
124)
Mary to Majo no Hana-Mary and the Witch’s Flower/Hiromasa
Yonebayashi (2017): Açıkçası fazla Avrupa vari bir hikaye ve
karakter tasarımı ortaya koymuş olmaları benim açımdan
üzücüydü. Ben daha çok Japon kültürü ve mitolojisi ile
bağlantılı bir hikaye kurgusu bulmayı bekliyordum. “Miyazaki”
filmlerinde görmeye alışık olduğumuz türde bir ana karakter
yani çocukluktan ergenliğe geçiş sürecinde olan ve problemler
yaşayan ama bunları daha güçlü ve olgunlaşmış biri olarak
geride bırakan bir “shoujo”, bir genç kız etrafında
şekilleniyor filmin tüm hikayesi. Ana karakterimiz Mary, şehirden
kırsal kesime yeni taşınmış, henüz arkadaş edinememiş,
ailesinden uzakta ve etrafı yaşlılar ile çevrilmiş, yalnız ve
sakar bir kızdır. Bir gün çayırlarda dolaşırken karşısına
çıkan bir kedi onu ormana götürür, Mary bu ormanda sihirli bir
çiçek bulur ve cadılar, gökyüzünde adalar, sihirli süpürgeler
ve bol bol büyü dolu bir macera başlar hem onun hem de bizim için.
Yani fena film değil ama yönetmenin “Aşırıcılar”
filmi çok daha iyi bir yapımdı benim için. Yine de sinema
severlere tavsiye ederim.
125)
Bilby/Pierre Perifel-Juan Pablo Sans-Liron Topaz (2018):
“Youtube” üzerinden canlı olarak yayınlanan film
festivali “We Are One” kapsamında izlediğim ilk film. 8
dakikalık bir animasyon olan bu yapım, çölde bulduğu bir martı
yavrusunu sahiplenip, onu her türlü avcıdan ve doğal tehlikeden
koruyarak büyüten bir çöl tilkisi hakkında. Kısa sürede çok
şey anlatan eğlenceli bir film.
126)
Marooned/Andrew Erekson (2019): “We Are One”
festivalinde izlediğim ikinci film. Yine 8 dakikalık bir animasyon.
Bu film ise ayda mahsur kalmış bir robotun dünyaya dönmek için
bir mekik inşa ederken bulduğu küçük bir robot için fedakarlık
yapmasını ve kendi yerine onu yollamasını anlatıyor. Bunu da
sevdim doğrusu.
127)
Bird Karma/William Salazar (2018): Bir balıkçıl,
yağmurlu bir havada gölde dans ederek balık tutar ve mutludur ama
birden diğer balıklardan farklı turuncu bir balık görür ve tek
derdi onu yakalamak haline gelir. Onu peşine düştüğünde ise
turuncu balık yerine bir sürü insan atığı bulur. En sonunda
turuncu balığı yakalayıp yer ama balık lezzetli değil, üstelik
zehirlidir ve balıkçıl ölür. Sonrasında ise balıkçılın
yediği balıklar onu yerler. Yaşam döngüsü çok güzel
özetlenmiş ancak asıl nokta, insanın doğaya nasıl büyük
zararlar verdiğidir. Filmin güzel bir alt metni var. “We Are
One” festivali kapsamında izlediğim üçüncü kısa
aimasyon.
128)
Uchiage Hanabi, Shita kara Miru ka? Yoko kara Miru
ka?-Fireworks, Should We See It from the Side or the Bottom?/Akiyuki
Shinbou (2017): “Havai fişekler düz müdür yoksa yuvarlak
mı?” gibi ilginç bir soru ve zaman yolculuğu gibi bir konu
ile ilgi çeken ama elindeki malzemeyi, bana göre, yeterince etkili
kullanamayan ve yer yer sıkıcı olan bir film. İzlemesem de
olurmuş. Ancak, zamanda geri dönüşlerle kurulan bir aşk
hikayesi, romantizm severler için fena bir film olmayabilir.
Dürüstçe söylemem lazım; bu filmden çok etkilenmedim. Eh işte
diyeceğim bir yapımdı. Çok daha iyi zaman yolculuğu işleri
gördüm öncesinde. Üstüne fazla konuşmaya gerek yok.
129)
Majokko Shimai no Yoyo to Nene-Magical Sisters Yoyo &
Nene/Takayuki Hirao (2013): Yine tam olarak aradığımı
bulamadığım vasat bir filmdi diyebilirim. İzlediğim şeyden
sıkılmadım ama bir daha da dönüp izlemem doğrusu. Film, başka
bir dünyada yaşayan bir cadının gerçekleşen bir lanet sonucunda
bizim dünyamıza, Japonya’ya gelmesini ve laneti ortadan
kaldırarak dünyayı kıyametten kurtarışını anlatıyor.
Tarzıyla, çizimleri ile daha çok küçük çocuklara hitap eden
bir anime olduğunu düşünüyorum bu yapımın. Kimseye illa otur
bu filmi izle demem ama yerden yere vurulacak bir yapım da değil.
Eğlenceli bir çocuk filmi.
130)
Rakuen Tsuihou-Expelled from Paradise/Seiji Mizushima (2014):
Beğendiğim, güzel bir bilimkurgu filmiydi. Mitolojik bağlantılar
barındırması ise ayrıca güzeldi benim açımdan. Filmin ilk bir
saatlik kısmı aksiyon açısından durağan ilerliyor ancak sunduğu
hikaye sayesinde bu eksikliği toparlıyor ve filmin sonunda yaşanan
savaş ile de doruk noktasını yaşıyor. Hikaye gelecekte, dünyanın
çöle döndüğü bir kıyamet sonrası zamanda geçiyor. Bu dünyada
insan nüfusunun %98’i “Deva” adı verilen bir uzay
istasyonu ve bilgisayar temelli sanal bir dünyada yaşamaya
başlamış, dünyada kalan insanlar ise azınlık konumuna
düşmüşler. Bu zamanda bir hacker, dünya üzerinden Deva
sistemine saldırı yapınca Angela adlı güvenlik personeline bir
zırh ve bir avatar yani gerçek bir beden verilerek dünyaya
yollanıyor ve hackerı bulup yok etmesi isteniyor. Dünyaya giden
Angela ise hem suçluyu ararken hem de gerçek bir insan olmayı
deneyimliyor. Evrim ve insan olmanın doğası üzerine sorular soran
güzel bir film. İzlenilebilecek bir yapım.
Yorumlar
Yorum Gönder