131) Altered Carbon: Resleeved/Nakajima Takeru-Okada Yoshiyuki (2020): 3 gündür işi gücü bıraktım “Altered Carbon” serisini bitirmeye çalışıyorum; ilk iki günde dizinin sezonlarını tamamladım. Şimdi de anime filmi izlemiş oldum. Filmi gerçekten beğendim. Aslında “CGI” teknolojisi ile tamamen bilgisayar ortamında hazırlanan animeleri o kadar sevmiyorum. Çizim karakterler daha çok hoşuma gidiyor ama bu filmin tamamen CGI olması beni o kadar da rahatsız etmedi. Peki film neyi anlatıyor? Hikaye, ana karakterimiz “Takeshi Kovacs”ın, “Ken Kakura” adı altında, yakuza için çalıştığı, dizinin başlangıç zamanından yaklaşık 250 yıl önce geçen bir olayı konu ediniyor. Takeshi’nin dizinin ikinci sezonunda karşımıza çıkan yakuza patronu “Hanasede”nin işlerini yaptığı dönemi izlemiş oluyoruz. Elbette film bir anime olduğu için, uzay çağında geçse dahi, bol bol Japon kültürü, mimarisi ve mitolojisi öğeleri yapım içerisinde yer ediniyor. Diziyi izlemiş olanlara öneririm ama diziyi izlemediyseniz film sizi o kadar da içine çekmeyecek ve birçok boşluk oluşacaktır.
132) Biz Böyleyiz/Caner Özyurtlu (2020): 2 koca saatlik bir vakit kaybı; bu film hakkındaki düşüncem bu kadar net. Sanki film ekibi bir araya gelip de hani hatıra olsun diye bir film çekelim demişler. Anlattığı bir şey, verdiği bir mesaj yok. Tamam, fragmanı ilk gördüğümde toplumsal bir mesaj vereceğini zaten düşünmemiştim bu yapımın ama en azından eğlenceli olur diye ummuştum. Ancak eğlenceli de değil. Filmden bir mesaj alamadığın gibi, bir türe de dahil edemiyorsun. Bir dram mı yoksa romantik komedi mi belli değil; 2 saatlik süre boyunca ne ağlıyorsun, ne de gülüyorsun. Oyuncuların birçoğu filmde cismen var ama eylem olarak net bir etkileri yok. Her şey “Berrak Tüzünataç” ve kötü oyunculuğu etrafında şekilleniyor. Açıkçası, filmin çoğunda onu izlemek bir işkence gibiydi. Belki o rolü “Özge Özpirinçci” canlandırmış olsa film daha farklı olabilirdi. Filmi izlediğime pişmanım. Resmen bir grup oyuncunun tatil yapmak için gittikleri bir yerde aradan çıkardıkları bir film var karşımızda; belki de bir mesajı vardı, bilemiyorum ama Berrak Tüzünataç o kadar rahatsız edici bir oyunculuk sergilemiş ki, verdiği rahatsızlıktan ötürü gözüm başka bir şey görmedi. Açıkçası kimseye de oturun izleyin demem; siz bakmayın Netflix’in gözümüze gözümüze soktuğuna. İlla bir Türk filmi izlemek isterseniz, “Gupse Özay”ın senaryosunu yazıp başrolünde oynadığı “Görümce” filmini izleyin derim.
133) Yarına Tek Bilet/Ozan Açıktan (2020): Öncelikle takıldığım iki nokta var; filmin 18+ olarak sınıflandırılması ve elbbette yine bir uyarlama yapım olması. Tamam uyarlama filmlere karşı değilim; çok başarılı işler de çıkıyor ama son yıllarda sinema ve dizi sektörümüz çok fazla bu yöne kaymış gibi geliyor bana. Orijinal olmaya, yeni şeyler üretmeye çabalamak yerine, sağdan soldan iyi ya da kötü demeden bir şeyler alınıp Türk oyuncular ile ve yöresel bir takım bir şeyler katıp çekiliyor. Bu filme kötü demiyorum, iyi de demiyorum ama takıldığım mesele bir İsveç filmi uyarlaması olması. Yani belki çok sığ düşünüyorumdur ama ülkemizde tren, tren yolculuğu olmayan şeyler değil; yolculuk kavramına da uzak değiliz. Belki orijinal filmden etkilendiniz ama illa onu mu uyarlamak zorundasınız? Fikri temel alıp çok daha başka bir şey yapamaz mıydınız? Doğruya doğru, esas filmi izlemedim; belki çok farklıdır iki proje ama zaten bu yapım henüz sürenin başında uyarlama olduğunu hemen vurguladığı için filmi en başta o gözle izliyorsun. Yani Netflix için çekilen ilk Türk filminin uyarlama değil de orijinal olmasını ya da en azından bir Türk yazarın eserinden uyarlama olmasını tercih ederdim. Şirket politikası nedir, orada ne hesaplar dönüyor bilemem ama bu durum benim açımdan bir hayal kırıklığı. Gelelim diğer meseleye; film çıplaklık, cinsellik içerir gerekçesi ile 18+ olarak sınıflandırılmış ama filmin sonuna kadar bu tarz bir durum hiç yok. Tren yolculuğunun sonuna doğru bir sevişme sahnesi eklenmiş ki bana göre olmasına gerek dahi olmayan, sırf seyirci çekmek için çekilmiş bir sahneydi. İki kişi arasında yeşeren aşkı hemen sevişelim kıvamına getirmek biraz zorlama gibiydi ama takıldığım nokta sahnenin o kadar da şiddetli bir cinsellik ve çıplaklık içermemesi. Yani “Dilan Çiçek Deniz”in sırtını, “Metin Akdülger”in de usta çatalını gördük diye böyle bir sınıflandırma biraz fazla geldi. Diğer yandan filmin fikri çok hoş; bir trende iki yolcu. Bu yolculukta hem yolu hem kendilerini hem de birbirlerini keşfediyorlar ama işte acı tarafı, bu başkasının fikri... Filme dair sevdiğim şeylerden biri de minimal bir çalışma olması diyebilirim; sadece iki karakter etrafında şekillenen bir hikaye. Belki sadece iki karakter olması hikayeyi bazı anlarda zayıf düşürmüş ama buna karşılık izleyici açısından yormayan bir seyir sağlamış. Tekrar aynı meseleye dönüyorum ama uyarlama olmasa çok daha fazla severdim bu filmi. İki karakter arasındaki diyaloglar yaşamaya dair öyle güzel düşünceler atıyorlar ki ortaya ama işte, ahhh be, neden UYARLAMA!
134) The Forest of Love/Sion Sono (2019): Beğenmedim ve açıkçası oldukça sıkıldım. “Sion Sono”, “Antiporno” filmiyle beni çok etkilemişti ama bu yapımı oldukça yorucuydu. Film boyunca hiçbir karakter ile özdeşlik kuramadım ve hikayeye dahil olamadım; sırf yarım bırakmış olmamak için bitirdiğim bir film oldu. Seri katil, bağımsız film yapımı, aşk, ihanet gibi birçok unsur içerse dahi temposuz bir filmdi. Final sahnesi bile yeterli değildi; sürpriz unsuru barındırmasına rağmen. Açıkçası finaldeki ters köşe durumu bile beni ne şaşırttı ne de heyecanlandırdı. Vasat altı bir film var karşımızda; illa izleyin diye kimseye önermem.
135) Kara Komik Filmler 2 (Deli&Emanet)/Cem Yılmaz (2020): Açıkçası bir önceki ikili olan “2 Arada” ve “Kaçamak” filmlerinden daha çok sevdim bu filmleri. “Deli”, güzeldi; hiçbir sıkıntım yok o filmle ama asıl vurucu olan “Emanet” oldu benim açımdan. Türk toplumunun televizyon ile kurduğu ilişkiyi o kadar güzel yansıtmış ve eleştirmiş ki filme hayran olmamak elde değil. Elbette arayan, bulmak isteyen takılacak bir şeyler mutlaka bulur ama ben beğendim; ilk filmlerde olduğu gibi bariz mantık hataları yoktu bir defa. Ayrıca, çok sevdiğim bir hocamın bir lafı vardı; “Acun ve benzeri program yapımcıları, ancak üçüncü sayfa haberlerine konu olabilecek sıradan insanları ünlü yaptılar.”, derdi. İşte Emanet, bu kelebek ömründe süren ünün, şöhretin arka planını gösteriyor. Kısaca şunu söylemek lazım; bu filmleri “Cem Yılmaz” filmi izleyeceğim, çok güleceğim kafasıyla seyrederseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Çıkın o kafadan! Oturun ve günlük hayattan yakalanmış hikayeleri izleyin; öyle daha zevkli oluyor.
136) Eurovision Şarkı Yarışması: Fire Saga’nın Hikayesi/David Dobkin (2020): Açıkçası beklentimin üzerine çıkan ve beni tahmin ettiğimden daha fazla eğlendiren bir filmle karşılaştım. Kurdukları yarı fantastik dünya ile İskandinav Mitolojisi’ni ucundan, kenarından hikayeye biraz biraz dahil etmeleri oldukça başarılıydı bence. Filmin bütün odağını fantastiğe kaydırmadan, gerçekliğin içinde kalarak bir anlatım sergilemeleri güzeldi. İsminden de anlaşılacağı üzere bu film müzikle alakalı; o sebebple bol bol şarkı dinleme şansı buluyoruz. İzlandalı küçük bir grup olan Lars (Will Ferrell) ve Sigrit (Rachel McAdams), kimsenin takdir etmediği müzisyenlerdir ancak olağan üstü süreçler sonrasında kendilerini İzlanda’yı “Eurovision Şarkı Yarışması”nda temsil ederken bulurlar ve hem müzik yeteneklerinin hem de ilişkilerinin sınanacağı bir yolculuğa çıkmış olurlar. Film, komik, fantastik, romantik ve sıkıcı değil, kendini bir şekilde izlettiriyor; kafa dağıtmak için bire bir. Film, özellikle birçok Eurovision şarkıcısının hep birlikte düet yaptıkları parti sahnesiyle beni etkiledi. Oldukça etkileyici bir sahneydi; sanırım filme orada tutuldum. Eğlendim, güldüm, bol bol güzel şarkılar dinledim... öneririm!
137) Görümce/Kıvanç Baruönü (2016): Senaryosunu “Gupse Özay”ın yazıp aynı zamanda da başrolünde oynadığı güzel bir komedi filmi demek istiyorum ama bu film aslında komediden çok daha fazlasını barındırıyor. Tamam, ön plandaki hikayesi yani gelin-görümce çatışması ile bol bol gülmemizi sağlayan bir hikaye sunuyor ama güldürünün arkasına çok çok daha önemli şeyler koyuyor; kadınlar! Filmin söylediği bir şey var: “Kızlarımızı prensesler gibi yetiştiriyoruz. Gelip onları kulelerinden kurtaracak beyaz atlı prensler bekleyen prensesler gibi. Prens gelecek, kızı kurtaracak, sonra kız bir ömür kendini ona adayıp evinin kadını çocuklarının anası olacak.” Hala birçok kadın için daha çocukken biçilen roller hemen hemen bu şekilde sanırım; iyi bir eş, iyi bir anne olmak. Peki yetiştirdiğiniz prenses büyüdüğünde de hayat ona bir prenses olduğunu hissettirecek mi ya da kafasında oluşturduğunuz o beyaz atlı prens gerçekten de prens mi? Hayat acımasız; çoğu yerde ve çoğu zaman kadınlar için daha da acımasız. Filmin sorduğu sorular ile birlikte söylediği de çok güzel bir şey var; kızlarınızı prenses olarak değil, kendi ayakları üzerinde duran savaşçılar olarak yetiştirin. Yani kulesinde prensini bekleyen, saçlarını onun için sarkıtan değil, sarkıttığı saçlarıyla kendi başına o kuleden inen kızlar yetiştirin... Yani, açıkçası daha çok şey söylenir ama kısaca ben bu filmi beğendim. Doğrusu eski “Kemal Sunal” filmleri gibi bir tat buldum. Bizi güldüren ama aynı zamanda da düşündüren bir yapım. Hani yeni bir film ya da dizi çıktığında bir pazarlama hilesi olarak “Eski Yeşilçam filmleri tadında bir iş oldu” derler ya; işte bu o söylemin hakkını gerçekten veren bir film. Gerçi bu filmi yapanlar öyle bir iddiada bulundular mı bilmiyorum ama... Neyse işte, iyi seyirler.
138) Yol Arkadaşım/Bedran Güzel (2017): Baştan belirtmem lazım, filmde en fazla “Eser Yenenler”in konuk oyuncu olarak katıldığı sahnede güldüm; elbette yabancı bir izleyiciye fazla hitap etmeyecek bir sahne olsa bile Türk seyircinin genel olarak güldüğü ya da henüz izlemediyse güleceği bir an yaratıyor. Filmin geneli itibariyle bakıldığında ise; fazla zorlamadan, güldürmek için durmaksızın küfür ya da hakaret saçmadan, bir yol hikayesi ve çeşitli talihsizlikler etrafında şekillenen eğlenceli bir yapım ortaya konulmuş. Fazla da uzatmaya gerek yok; izlenir, eğlendirir. Yol hikayesi iyidir, seni bir yerlere götürür.
139) Yol Arkadaşım 2/Bedran Güzel (2018): Eee şimdi ilk filmi izlemişken ikinciyi es geçmek olmasın dedim. Açıkçası ben ilk filmde daha çok eğlenmiştim ama buna da kötü demem. Sürekli bel altı küfürlere ya da cinselliğe sığınmadan komedi yapıyorlar; saygı duyulması gereken bir şey. Üstelik bir yol hikayesi, yani sürekli bir akış, bir eylemde olma hali. Film sıkmadan izlettiriyor kendini. Tamam, insanın bir konu üzerine kafa patlatmasına sebep olmuyor ama zaten öyle bir iddiası ya da derdi yok. Bu bir komedi ve izlediğime pişman değilim.
140) Desperados/LP (2020): Yine bir yol filmi diyebilirim buna. Hayatının aşkını bulduğuna inanan bir kadının onu kaybetmemek için ABD’den Meksika’ya uzanan komedi ve romantizm ile harmanlanmış yolculuğu. Film, bize bir yolculuk veriyor; bir kendini ve gerçek aşkı bulma yolculuğu. Aslında gerçek aşk çok iddialı oldu. Daha uygun bir ifadeyle, kendine uygun kişiyi, bir ömür katlanma potansiyelin olan kişiyi bulma yolculuğu. Açıkçası çılgınlar gibi gülmedim ama işte hep dediğim gibi hikayenin içinde yolculuk varsa katlanılır; güzeldir bir yönüyle.
Yorumlar
Yorum Gönder