181) The Devil All The Time/Antonio Campos (2020): Fragmanı ilk izlediğimde korku-gerilim türünde bir film olduğunu düşünerek “Ben bunu herhalde izlemem”, diye bir söylemde bulunmuştum ama yine de sahip olduğu güçlü kadronun bende yarattığı merak, korkuya baskın çıktı ve filmi izledim. İyi ki de izlemişim. Çok sevdim. II. Dünya Savaşı ile Vietnam Savaşı arası dönemde Amerikan taşrasında geçen oldukça girift bir hikaye. Çok karakterli, farklı ama aslında bağlantılı birçok olay barındıran bir film. Her karakterin adım adım kendi sonuna giderken aynı zamanda da birer birer aralarında bağlantılar kurulması çok hoşuma gitti. Romandan uyarlanmış başarılı bir dönem filmi. Herkese öneririm. Özellikle taşradaki dini yapının gücü hakkında sunduğu portre fazlasıyla üstüne düşünülesi bir durum bu arada. Sadece Hristiyanlık ya da İslam veya Şinto ile alakalı değil bahsettiğim bu durum. Genel manada din olgusunun taşra bölgesindeki muazzam ve sömürüye açık gücü üzerine çokça düşünmek gerekir ki bu filmde de izleyeni tekrar tekrar uyaran bir yapı mevcut.
182) Bad Boys for Life-Bad Boys: Her Zaman Çılgın/Adil El Arbi-Bilall Fallah (2020): İlk iki filmi izleyeli çok uzun zaman olduğu için onlarla bağlantılı bir kıyaslama yapmam oldukça zor ama ben bu filmi beğendim. Yani dönüp bir daha izlemem gibi ama devam filmini görmek istediğim de bir gerçek. İçinde “Will Smith”in yer aldığı bir yapıma kolay kolay olumsuz bakamıyorum zaten ama adamın yaşlanmaya başladığı da bir gerçek. Neyse, işin özü şu ki aksiyon ve polisiye severlere önerebileceğim güzel bir Will Smith filmi. Klişeler ile dolu ancak sıkıcı olmayan bir film. Bol bol kovalamaca ve de çatışma ile süslenmiş bir hikaye.
183) Enola Holmes/Harry Bradbeer (2020): Dürüst olmalıyım; aslında filmi daha çok “Henry Cavill”in “Sherlock Holmes” karakterini görebilmek için seyretmek istemiştim ama hikaye ilerledikçe Enola karakterini de sevdim ve belli ki devam filmleri ile bu karakteri daha fazla görme imkanım olacak. 20. yüzyıla daha yeni girilirken İngiltere’nin yaşadığı değişimleri ve kadın haklarını merkezine alan bu yapımda, bana göre, başarılı bir dedektiflik hikayesi sunmuşlar. Ancak benim filmle alakalı en çok sevdiğim unsur, Enola’nın dördüncü duvarı yıkması ve her fırsatta seyirci ile konuşması, bize fikirler sunup yeri geldiğinde de tavsiye beklemesi oldu. Umarım devam filmleri gerçekten gelir. Ancak şunu belirtmem gerek; Henry Cavill’in Sherlock’unu da kendi bireysel filmlerinde izlemek isterim. Bu film Enola’nın olduğu için fazlasıyla geri planda tutulmuşlar ama hem Sherlock hem de abisi daha fazla görünür oldukları bir filmi elde edebilirler. Bakalım tüketim kültürü bize bu karakterlere ait bir film de verecek mi?
184) Can You Keep A Secret/Elise Duran (2019): Orta karar bir romantik film. Büyük büyük mesajlar, iddialı ve de karmaşık bir hikaye yok. İki kişinin tanışıp aşık olma serüveni. Sıkıcı bir film değil. Bir şekilde süre akıp gidiyor.
185) The Truman Show/Peter Weir (1998): Sanırım hepimiz bir gün o kapıdan çıkabilmeyi umut ederek yaşıyoruz bu hayatı. Bu film, tam anlamıyla bir başyapıt. Hem inanç konusunda düşündürürken hem de tüketim kültürünün işleyişine yönelik çok çarpıcı bir örnek sunuyor. Çocuk olarak izlediğimde çok sevmiştim, yetişkin halimde ise bambaşka bir deneyim ve bakış açısı ile yeni baştan izleyip yine ve yeniden çok sevdim. Sinemayı güzel kılan, bize bu sanatın yaratım gücünü çok güzel sunan bir film. Mutlaka izleyin.
186) Willoughby Ailesi/Kris Pearn (2020): Ben her zaman öncelikle filmin içeriğine, hikayesine bakan birisiyimdir. Elbette filmin biçimi de kıymetlidir ve ona çok şey katar ama hikaye beni yakalamazsa gerisi çok da ilgimi çekmez. Neyse; niye böyle bir giriş yaptım pek bilmiyorum ama bu film, güzel bir animasyon. Güzel çünkü verdiği mesaj önemli. Aile olmanın gerçek anlamı üzerine düşünen, onu sorgulayan bir hikaye barındırıyor. Ayrıca animasyon biçimi de dikkat çekici. Film, hikayesini ise birbirinden ilginç dört kardeş üzerine kurguluyor ama benim açık ara favori karakterim hikayenin anlatıcısı konumundaki mavi kedi. Çokça güldüğüm ve beni beklentimin çok üstünde eğlendiren bir film oldu. Herkese önerebileceğim başarılı bir film.
187) Kibar Feyzo/Atıf Yılmaz (1978): Sanırım bu film, Türk sinema tarihi boyunca ortaya konulmuş tüm eserler içerisinde benim en sevdiğim film. Kaç defa izlersem izleyeyim, her defasında yeni baştan büyük bir haz ile seyrediyorum. Gerçekten saygı duyduğum bir film. Elbette sadece güldürdüğü için değil, güldürürken her an bizi birçok şey hakkında düşündürdüğü için saygı duyuyorum. Türkiye gerçeğini anlamak için, 2020 yılında bile, tekrar tekrar izlenmesi gereken bir film. Çok seviyorum. Bana sinemanın kıymetini ve gücünü sürekli hatırlatan bir film.
188) Danger Close/Kriv Stenders (2019): Yani bilemiyorum. Savaş sahnelerinin hakkını vermem lazım. O tedirginliği ve vahşeti, savaşın korkunçluğunu başarılı yansıtmışlar ancak 18 “ANZAK” askerinin ölümünü yüceltilip kahraman ilan edilirlerken 200’den fazla Vietnamlı askerin ölümü ise çok fazla göz ardı edilmiş. Açıkçası sizin orada ne işiniz var demeden edemedim film boyunca; tıpkı I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’de bulunmaları gibi. Belki yönetmen bir kahramanlık hikayesi ortaya koymaya çalışarak gerçek bir olaydan yola çıkmış ancak sonuçta belgelediği tek şey Vietnam’da komünisit avlıyoruz diye yüzlerce, binlerce ve hatta milyonlarca insanın ölümüne sebep olan ülkeler oldukları gerçeğidir. Ben demiyorum ki biz mükemmeliz, bizim hiç hatamız yok. Elbette her ülke, tarihi boyunca doğru kararlar kadar yanlışlarını da vermiştir. Ama yanlış karar vermek ile bu yanlışı yüceltmek arasında fark var. İnsan olarak hepimizin aynı soydan geldiğine imkan vermek böyle hikayeleri gördükçe çok zorlaşıyor. Sırf birbirlerinden farklı düşündükleri, farklı şeylere inandıkları için insanlar birbirlerini öldürüyor. Bu filmi sevmedim hem de hiç. Olmamaları gereken bir yerde, hiç dahil olmamaları gereken bir savaşta yer alıp öldükleri ve bu sırada da yüzlerce yerli askeri öldürdükleri için kahramanlaştırılan askerlerin öyküsünü sunuyor. Kendi toprağını savunmak, kendi özgürlüğünü korumak başka şey; işgalci olmak başka şey. Ben böyle hissediyorum bu filmi izledikten sonra. Bilemiyorum belki de benimdir olaya hatalı bakan ama ben bu filmde bir kahramanlık hikayesi göremedim.
189) Gelecek Jenerasyon/Kevin R. Adams-Joe Ksander (2018): Günümüzün akıllı telefon bağımlılığını birkaç adım ileri taşıyan ve yapay zekalı robot bağımlılığı öngörüsünü ortaya atan bir film. Özellikle çocukların bu robotları yeni bir tür zorbalık aracı olarak kullanabilecekleri vizyonu ürkütücüydü. Ancak genel anlamda eğlenceli ve tempolu bir film. Teknolojik bağımlılığın giderek arttığı bir dünyada insanların karşılaştığı sosyal ilişki kuramama ve toplumsallıktan uzaklaşma problemlerini yansıtıyor. Filmi başarılı buldum çünkü hem eğlenceli karakterleri ve bol aksiyonu ile seyirciyi kendine çekiyor hem de işlediği çatışmalar itibariyle insanı düşünmeye itiyor. Ailecek vakit geçirirken izlenebilecek gayet başarılı bir film.
190) LEGO DC Shazam Magic & Monsters/Matt Peters (2020): İzlediğim her “LEGO DC” filmi ile birlikte bu tarz animasyona olan sempatim giderek artıyor. Oldukça başarılı işler ortaya koyduklarını söylemek mümkün. Elbette çoğunlukla çocuk seyirci için üretilen bir tür olması sebebiyle hikayede komedi unsurları ön plana çıkarılıp kahramanların alışık olduğumuz karakterleri değişse dahi yine de sıkmadan her yaştan seyirciye hitap edebilecek bir film. Özellikle DC’nin kör topal ilerleyen sinema evreni bünyesinde çıkan “Shazam” filmini izleyip de sevenler için oldukça güzel bir kaynak olabilir bu film. Eğer hikaye bir üçleme şeklinde tamamlanabilirse Shazam’ın sonraki filmlerde kimler ile mücadele edeceğinin örneği bu film içerisinde başarılı bir şekilde sunulmuş. Aydınlatıcı bir film; yani kahramanı tanımak açısından. İzlemenizi öneririm.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder