İFL 2020-XXIII



221) Seven Samurai-Shichinin no Samurai-Yedi Samuray/Kurosawa Akira (1954): Gerçekten tam anlamıyla bir başyapıt! Hani bazı filmler zamansız ve mekansız olur, her yerde her zaman izlenebilir; işte “Yedi Samuray” da tam olarak böyle bir film. 66 yıllık bir film olmasına karşın hala taze, hala lezzetli. Neredeyse üç buçuk saatlik bir süreye sahip olmasına rağmen hiç sıkmadan, bıktırmadan ilerliyor ama yine de tavsiyem, geniş zamanınız olan bir günde izleyin ki bölünmesin ve tadı çıksın. Anladığım kadarıyla Japon tarihinde “Ashikaga Şogunluğu” olarak anılan dönemin son yıllarındaki karmaşa ortamında geçiyor filmin hikayesi. Köyleri her yıl haydutlar (40 kişi) tarafından talan edilen köylüler, sonunda çareyi köyü savunması için samuray kiralamakta buluyorlar ama oldukça fakir olduklarından yalnızca yedi tane samurayı yemek karşılığında köye getiriyorlar. Film, samuraylar öncülüğündeki köylülerin haydutlar ile olan mücadelesini sunarken aslında geçmişin gösterişli samuraylarının hiç de öyle olmayan yüzünü gösterir. Elbbette bu tutumda, o yıllar için, her ne kadar işgal son bulmuş olsa bile, ABD’nin Japonya üzerindeki büyük gücünün önemli etkisi vardır. Ancak geçen 50 yılın ardından bir yeniden üretim olarak ortaya çıkan “Samurai 7” adlı anime, hikayeye çok büyük oranda sadık kalmasına karşın eleştiriyi, köylü-samuray ilişkisinden çok öteye, tüccarlara ve de onlar üzerinden kapitalist sisteme kadar götürmektedir. Filmi izledikten sonra, 26 bölümlük bu anime diziyi de izlemenizi tavsiye ederim. Son olarak şunu söylemem gerek; “Rashomon”u da beğenmekle birlite, sanırım favori “Kurosawa Akira” filmim Yedi Samuray’dır. Şimdiden iyi seyirler.


222) The Magnificent Seven-Yedi Silahşörler/John Sturges (1960): “Kurosawa Akira”nın “Yedi Samuray” filminin Hollywood uyarlaması. Bu defa samurayların yerini kovboylar almış ama yine köylüler için savaşmaya devam. Filmin başarılı bir uyarlama olduğunu söylemem mümkün; en azından ilk bir saatlik dilimde ama orijinal filmden bir buçuk saat daha kısa oluşu, ikinci yarıda birçok olayın daha hızlı geçilmesine, atlanmasına veya değiştirilmesine sebep olmuş. Özellikle köylülerin kovboylara ihanet edip haydutları köye alışları ve de neredeyse tüm işi sadece kovboyların yaparak haydutları yok etmeleri oldukça farklılaşan noktalar olarak dikkatimi çekti. Elbette bu noktada kültür ve sinema politikası farkı devreye giriyor. Japonya, toplumu bireyin önüne koyan bir ülkedir ve Yedi Samuray filminde, isimden bağımsız olarak, tüm köy halkının aktif olarak mücadelesi sunulmaktadır. Ancak bu filmde, kovboyların bireysel etkileri daha fazla ön plana çıkarılarak kahramanlıkları yüceltilmektedir. Tekrar söylemek gerekirse; ilk yarıda Kurosawa uyarlaması izlediğim bu filmde, ikinci yarıda ise işler klasik kovboy filmlerine dönüş yaptı. Bireysel kahramanlar güç kazandı. Köylülere verilen o kadar silah eğitimi de son noktada yine geri plana itildi. Kötü film değil; Western sevenlere gönül rahatlığı ile önrebilirim. Hem “İyi, Kötü ve Çirkin”in Çirkin’i de bu filmde haydut lideri olarak rol alıyor. Neyse işte; tercih edeceklere şimdiden iyi seyirler.


223) Return of the Seven/Burt Kennedy (1966): İyi bir filmin fena olmayan uyarlamasının çok da iyi olmayan devam filmi. Ana karakter Chris dışında “The Magnificent Seven”dan hiçbir oyuncu bu filmde yer almıyor. Chiko ve Vin karakterleri (önceki filmde ölmeyen diğer iki kovboy) duruyor ama oynayan oyuncular değişik. Üstelik bu defa çok çok daha büyük bir çeteye karşı mücadele ediliyor. Yani açıkçası, “Yedi Samuray”ın ortaya koyduğu düşünceden, eleştirdiği düzenden giderek uzaklaşan ve olayın şiddet yönüne daha fazla sarılan bir film olmuş. Bir buçuk saatlik sürede her şey oldukça hızlı ilerliyor ve neredeyse doğrudan çatışma içine giriliyor. Bol bol havada uçuşan kurşunlar ve patlamalar. Kısacası pek sevemedim bu filmi.


224) G.K./İnan Erbil (2019): 20 dakikalık güzel bir kısa film. İçeriği hakkında çok bir şey söyleme gereği duymuyorum ama filmin tek plan olarak çekilmesine bayıldım. Bu çekim yöntemini filme çok güzel uygulamışlar. Günümü güzelleştiren bir nefes oldu “kısa”cası. Filmde yer alan herkesin emeğine sağlık. Her zaman uzun uzun anlatmaya gerek yok; bazen gerçekten de kısa iyidir...


225) Guns of the Magnificent Seven/Paul Wendkos (1969): Kesinlikle “Return of the Seven (1966)dan çok daha başarılı bir film. Öncelikle şunu söylemem gerekir; “Seven Samurai (1954)” filmindeki “Shimada Kanbei” karakterinin izdüşümü konumundaki “Chris” adlı kovboy dahi bu filmle birlikte değişmiş. Bütün oyuncuların değişmiş olduğu bir filme devam filmi denilebilir mi emin değilim. Ancak filmde geleceğin Meksikalı devrimcisi “Emiliano Zapata”nın çocuk olarak yer alması, siyahi bir kovboyun ekibe katılması, yine bir başka kovboy üzerinden iç savaşa gönderme yapılması ve Chris’in ağzından kovboyların tükenişine dair bir söylemde bulunulması oldukça güzeldi. Bu anlar ve olaylar, filmin değerini arttıran unsurlar olarak göze çarpmaktadır. “Keşfedilecek toprak bitti, avcılığın sonu gelmek üzere, bufaloların soyu tükendi, atlara da gerek kalmayacak ve yakında bizim de sonumuz gelecek. Belki bu insanlar bizi hatırlarlar.”; tam tamına bu kelimeler ile olmasa dahi durum çok güzel açıklanmıştır Chris üzerinden. Vahşi Batı artık vahşi değildir; yerliler katledilmiş, tüm topraklar sahiplenilmiştir. Bu noktada vahşi doğa ile medeniyet arasında yer alan kovboylara da ihtiyaç yoktur çünkü medeniyet doğayı alt etmiştir. ABD topraklarında amaçsız kalan ve giderek tükenmekte olan bu kovboylar, belki de kendilerini yeni baştan değerli hissetmek istedikleri için Meksika devriminin ayak seslerinde yer almayı seçmişlerdir. Elbette şimdiye kadar izlediğim üç film boyunca savunulan köylülerin Meksikalı olması, bütün kanunsuzluğun ve adaletsizliğin Meksika topraklarında yaşanması, üstelik mağdur Meksikalı köylülerin kurtarıcılarının da hep Amerikalılar olması üstünde durulması gereken bir tartışma konusudur ama benim işim uzun uzun burada bunu tartışmak değil. Beğendiğim bir film oldu ve Western sevenlere de öneririm.


226) The Magnificent Seven Ride!-Muhteşem Yedili Son Macera/George McCowan (1972): Namıdiğer “Kötü”, ultra süper karizma “Lee Van Cleef” başrolde. İlerleyen yıllar ve gelişen teknoloji elbette en başta görüntü kalitesini çok güzel etkilemiş. Adeta pırıl pırıl bir film var karşımızda; bu sebeple daha ilk sahneden filmin rengi/ışığı yakaladı beni ve sevdim. Ayrıca, her ne kadar Chris karakterini canlandıran oyuncu değişip Van Cleef olmuş olsa bile önceki üç filmin buna bağlı olduğunu aşılayan söylemler ile yüklüydü ve bu durum, aradaki iki filmi izlememin sebepsiz olmadığını doğrulamış oldu. Neyse işte; bu defa, yaşı iyice ilerleyen Chris, kovboyluğu/göçebeliği bırakmış ve bir ABD kasabasında şerif olarak hayatını sürdürmektedir. Bir gün, şimdilerin amansız şerifi, eskinin ünlü kovboyu Chris’in hayatını yazmak isteyen bir yazar kasabaya gelir. O sıralarda genç bir çocuğu hırsızlık yaptığı için tutuklayan Chris ise nişanlısının (evet, kahramanımız bir iş, bir eş bulmuş ve düzenli hayat moduna girmiştir artık) ısrarını kıramaz ve çocuğu serbest bırakır. Çocuk ise ilk fırsatta kasabanın bankasını soyar, şerifi vurup nişanlısını kaçırır ve tecavüz edip öldürdükten sonra da Meksika’ya kaçar. Daha önce üç defa çeteler ile savaşmak için (önceki üç filme gönderme) sınırı geçen intikam peşindeki şerif, yanında yazar ile birlikte tekrar Meksika’ya gider. Burada ise çocuğun katıldığı haydut çetesi ile uğraşan ve kendisinden öncesinde yardım istemiş olan bir arkadaşı ile karşılaşır (arkadaşı da bir kasaba şerifidir). Ancak yardım isteğini ikinci defa reddedip kendi intikamının peşine düşer. Sonrasında ise işler karışır. Chris’in arkadaşı çete ile çatışmaya girince hem kendisi hem de bütün adamları ölür ama aranan çocuğu da öldürür. Chris de buna karşılık olarak geriye sadece kadınlar ve çocukların kaldığı arkadaşının kasabasını korur. Bu koruma işini yapabilmek içinse daha önce hapse attığı beş mahkumu çıkarır. Yazar, neden yedi kişi olduklarını sorduğunda ise yedinin şanslı sayısı olduğunu söyler (yine eski filmlere gönderme). Böylece yedi adam ve kadınlar kasabayı savunurlar. Yine ekipten dört kişi ölür; Chris, yazar ve bir adam daha kurtulurlar. Chris hem bu kasabada yeniden aşkı bulur hem de kasabanın şerifi olarak hayatını burda geçirmeye karar verir. Neyse işte; niye bu kadar uzun yazıp filmi özetledim bilmiyorum ama sıkılmadan izledim; sanırım biraz başrol oyuncusunun etkisi. Sonuç olarak; tavsiye edebileceğim bir film. Önceki üç filmden bağımsız olarak da izlenmesi gayet kolay bir film.


227) Sukiyaki Western Django/Takashi Miike (2007): En sevdiğim Western filmleri arasında zirveyi zorlayacak bir film olduğunu söylemem lazım. Yönetmen, Western türü ile Japon kültürünü çok başarılı bir şekilde harmanlamış. Hem Vahşi Batı havasını yakalarken hem de sürreal bir dünya portresi çizip Japon tarihinden ve mitolojisinden öğeleri de hikayesinin içine dahil etmiş. Ayrıca, “Quentin Tarantino”nun da “Pringo” adlı bir kovboy olarak filmde yer alması, olayı daha ilgi çekici bir boyuta taşımış. Film, Japon tarihindeki “Taira-Minamoto Savaşı”nı yeniden yorumlayarak Western türüne uyarlamış. Bir yanda kızıl Heika (Taira) çetesi, diğer yanda ise beyaz Genji (Minamoto) çetesi; büyük bir hazine bulunduğu söylenen bir kasabayı işgal ederler ve orayı savaş alanına çevirirler. Kasabada huzur kalmaz; insanlar ya ölür ya da kaçarlar. Hayalet kasabaya dönen bu yere, bir gün isimsiz bir kovboy gelir ve tüm dengeler değişir. Bol aksiyonlu bir film ama İngilizce dublajlı izlemek büyük bir sıkıntıyd. Film orijinalde de İngilizce çekilmiş olabilir; bilemiyorum. Ancak son düello sahnesi oldukça uçuk ama etkileyiciydi. Minamoto Yoshitsune ile isimsiz kovboyun mücadelesine bayıldım; bir yanda tabanca, diğer yanda katana. Herkese gönül rahatlığı ile önerebileceğim bir film.


228) Django-Cango’nun İntikamı/Sergio Corbucci (1966): Kesinlikle vasat bir “Spagetti Western” örneği ama sinemaya kazandırmış olduğu karaktere saygı duymam gerekir. Django karakteri üzerüne 1960’lar ve 1970’ler boyunca daha birçok İtalyan yapımı film üretilmiştir. 2007 yılında “Takashi Miike”, “Sukiyaki Western Django” ile karakteri Japon sinemasına uyarlarken, bu filmde de rol almış olan “Quentin Tarantino” ise 2012’de karaktere bambaşka bir boyut kazandırmıştır. Film vasat ama sonrasında oluşturduğu külliyat zengin.


229) DC Showcase Death/Sam Liu (2019): DC’nin “Death” adlı karakteri üzerine yoğunlaşan bir kısa film. Vincet Omata adlı başarısız bir ressamın geçmiş başarısızlıkları ve anıları ile kıvranarak dibe vuruşunu ve ölüme gidişini anlatan bir film. Açıkçası Death karakterine çok hakim olmadığım için fazla yorum yapamayacağım ama kısa sürede yaşam ve ölüm üzerine çok şey düşündüren bir film olmuş. Animasyon ve DC severlere öneririm.


230) DC Showcase Sgt. Rock/Bruce Timm (2019): DC kısalarına devam. Açıkçası yine bilmediğim ama şu 15 dakikalık filmde oldukça sevdiğim bir karakter oldu “Çavuş Rock”. II. Dünya Savaşı’nda Naziler ile savaşan ama gerektiğinde kendi ordusunun da emirlerini görmezden gelecek bir adam ve elbette canavarlardan oluşan bir ekibi komuta ediyor. “Vampir”, “Kurt Adam” ve “Frankenstein’ın Canavarı” aynı ekipte. Sıkmadan ve hatta devamı yok mu derdirterek kendini izleten bir film.


Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.


Kazan

Yorumlar