11) Akira/Katsuhiro Otomo (1988): Aynı adlı mangadan, yine manganın orijinal yaratıcısı tarafından senaryolaştırılıp çekilen kült bir anime film. Japon animasyonunun günümüz piyasasındaki popülerliğini sağlayan, özellikle Batı’ya açılmada büyük etki bırakan bir film. Manga versiyonu 6 cilt ve 2 bin küsur sayfa olan bir hikayenin 2 saatlik bir filme sığdırılmış olması elbette birçok şeyi eksik bırakmış ya da ilerleyişini değiştirmiştir. Öyle ki manganın sadece ilk cildini okuyabilmiş olmama rağmen bu yorumu gönül rahatlığıyla yapabilirim. Ancak burada kilit nokta, mangayı yazıp çizen kişi ile filmi yazıp çekenin aynı isim olmasıdır. Belki de bu sebeple başarılı bir uyarlama ortaya koyulduğunu kabul etmek gerekir. Hem ayrıca film versiyonu, manga versiyonunun başlangıcından daha sert ve çok daha politik bir girişe de sahiptir. Film versiyonu, açık olarak kapitalizm karşıtı devrimci bir dil ile kendini ortaya koyar. Film, kendi vizyon tarihinden 31 yıl sonra yani 2019’da, günümüze oldukça yakın bir tarihte kurar hikayesini. 2020 Tokyo Olimpiyatları yaklaşmaktadır ancak bundan önce adeta kıyamet kopar; tanıdık geldi değil mi? Elbette onların kıyameti, günümüz salgınına kıyasla çok daha şiddetlidir. Çok da uzatmadan diyorum ki distopik bir bilim-kurgu filmi izlemek isterseniz “Akira”ya bir göz atın derim ama lütfen orijinal dilde, Japonca olarak izleyin. Dublajlı versiyonu tam anlamıyla çok kötü. Şimdiden iyi seyirler.
12) Outside the Wire/Mikael Hafström (2021): Aksiyon ve bilim-kurgu türünde tam bir Hollywood filmi. Savaşlar, patlamalar, çatışmalar, robot askerler, Soğuk Savaş göndermeleri vs. ve ana karakterlerden birisi de bir cyborg/sayborg. Elbbete bir Amerikan filmi olmasıyla yine bilindik iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır tavrı sürdürülüyor ama en azından iğnenin az da olsa derine saplandığını söylemek mümkün. ABD’nin, sözde, barış gücü olarak gittiği topraklardaki politikasına, çatışmalara ve de sivil ölümlerine yapılan bir eleştiri var. Ancak, dedim ya çuvaldızı başkasına sokuyorlar. Amerikalılar yine yeni ve yeniden dünyayı kurtarıyor. Aslında baya bir süre farklı bir son izlenimi canlı tutuluyor ve eminim filmi başka bir ülke yapmış olsaydı tahmin ettiğim tarzda yıkıcı bir son ile karşılaşabilirdik ama olmadı. Sözün özü, Amerikan sineması bildiğiniz gibi. Onlara Rusları ve de kurtarılacak bir dünya verin yeter; gerisini sadece oturup izleyin.
13) Şaban Oğlu Şaban/Ertem Eğilmez (1977): Ne denir ki; bence hepimizin tekrar tekrar izlemekten bıkmayacağı filmlerden birisi. Tamam, dönem kurgusunda ve de filmin biçiminde çeşitli hatalar var ama oyuncu kadrosu o kadar zengin, oyunculuklar o kadar başarılı ki kaç defa izlersem izleyeyim beni her seferinde güldürmeyi başarıyor. Özellikle “Şaban-Ramazan-Hüsamettin” üçgeninde geçen sahneler, resmen bal bal; insanı zevkle güldürüyor. Bazı filmler vardır hani, gülersin ama gülüşünde bir acıma, bir tiksinme olur ama bu filmler öyle mi hiç, zevk veren bir gülme hissi yaşatıyorlar. Bence “Ertem Eğilmez”, üstüne çokça konuşulması gereken bir yönetmen. Ustaya saygılarımla.
14) Çöpçüler Kralı/Zeki Ökten (1978): Bu film, nasıl demeli, aslında hüzünlendirerek güldüren bir film. Acı meseleleri çok da dalga geçilecek bir konuma düşürmeden anlatacağını anlatan bir film. Komik olan sadece, Apti’nin (komedyenin) başına gelen sakarlıklar, jestleri, mimikleri ve de aksiyonu. Onun dışında ne hikaye komik, ne mekan komik ne de zaman; derdin sıkıntının bini bir para yani. Güçlü, güzel bir sosyal eleştiri filmi bana göre; genelde komedinin eleştirelliği güldürü unsuruna kurban verilir filmlerde ama bu filmde, sorunlar yine sorun ve gün gibi ortada. Kaç kere izlesem de sıkılmam.
15) Süt Kardeşler/Ertem Eğilmez (1976): Çocukluk dönemimde, bu film ile “Şaban Oğlu Şaban (1977)” filmini her daim karıştırırdım. Aslında hem çok farklı hem de benzer filmler oldukları bir gerçektir. Büyük oranda aynı oyuncu kadrosu, aynı mekan ve de aynı dönem kurgusu içerisinde çekilmişlerdir ama elbette birinde elmas, diğerinde ise “gulyabani” vardır hikayenin odağında. Çocukken ödümü patlatan bu filmi, yüzümde bir tebessüm ile yeniden izledim; iyiki de izledim.
16) Kibar Feyzo/Atıf Yılmaz (1978): Fazla söze gerek yok; Türk sinemasının nokta atışı, başyapıt filmlerinden birisi. Kesinlikle benim ilk üç filmlik listemde yer alacak bir eser. Her yıl mutlaka en az bir defa izlerim. Her defasında da başka bir şey düşündürür bana. Bu defa da filme biçimsel olarak bir bakış attım. Filmin hikaye kurgusu, tam anlamıyla dünya klasiklerinden birisi olan “Kurosawa Akira”nın “Rashomon (1950)” filmiyle paralellik/benzerlik gösteriyor. “Kemal Sunal”ın Feyzo karakteri, filmin en başından itibaren hiç gösterilmeyen bir hakime, hakim konumu üzerinden de seyircinin direkt olarak kendisine başından geçenleri anlatıyor ve yargılamayı seyircinin yapmasını istiyor. Bunu şimdiye kadar neden bu şekilde görmedim bilmiyorum. Dedim ya her seferinde bana başka bir bakış sağlıyor bu film. Film o kadar başarılı ki güldürürken düşündürmek dediğimiz meseleyi çok iyi kotarıyor. Eleştirdiği meseleleri güldürüye kurban etmiyor. Feyzo’nun mahkeme sahnelerinde doğrudan kameraya konuşması da seyircide muhattap alındığı hissini uyandırarak daha aktif bir katılım sağlıyor. Bayılıyorum bu filme...
17) Bitirim Kardeşler/Zeki Ökten (1973): Bıyık meselesindeki devamlılık sorununa rağmen seni sevebilirdim ama senaryodaki özensizlik için affedemem. Yani tamam; ana karakterler kadın kılığına girerken bıyıklarının kesilmesi ve sonrasında yine bıyıklı olmaları, arada zaman geçti diyerek görmezden gelinebilir ama kardeşlerin arakladığı parayı polisin bulması, affedilir bir hata, bir eksiklik değil çünkü kardeşler paranın kendilerinde olduğundan, onu ahırda sakladıklarından hiç bahsetmemişlerdi. Polis bunu kimden duydu, ahırın yerini nereden buldu. Sonuna kadar eğlenerek izledim filmi ama çektikleri son; yani sanki seyirci olarak bizi keriz yerine koymak gibiydi. Yönetmeni çok severim ama bu film beni sonuyla hayal kırıklığına uğrattı.
18) Bitirimler Sosyetede/Zeki Ökten (1973): Eee, ikiz kardeşini izlemişken bu filmi izlememiş olsam ayıp ederdim. İkizi diyorum çünkü izlediğim şey kesinlikle bir devam filmi değil. Ali aynı, Veli aynı ama ne Ali’nin karakteri, ne Veli’nin karakteri ne de aile ilişkileri aynı. Öteki filmin aksine, bu defa baba bir, anne ayrı kardeşler olarak bir araya geliyor Ali ile Veli. Türk sineması, gerçekten de devam filmi yapma olayından çok uzak; yani en azından 1960’lı ve 70’li yıllarda. Birçok “Kara Murat”, “Tarkan”, “Hababam Sınıfı” filmleri yapılmış ancak dikkatle izlediğiniz zaman göreceksiniz ki birçok hikayesel tutarsızlık var. İzlediğim bu son iki film de aynı hesap. Kısaca diyebiliriz ki bizim yönetmenler, senaristler ve yapımcılar, aynı zaman çizgisinde ilerleyen hikayeler anlatmak yerine paralel evrenler yaratıp durmuşlar. Ortaya çıkardıkları hikayeyi daha da geliştirmek yerine, her seferinde sil baştan başlamışlar. Şahsen ben buna çok üzülüyorum.
19) Capernaum-Kefernahum/Nadine Labaki (2018): Hem izlemeyi çok istediğim hem de izlememek için sürekli bir bahane uydurduğum bir filmi sonunda geride bıraktım. Bu filmle ilgili yaşadığım çelişki, filmin gerçek dünyanın acımasızlığına ışık tutuyor oluşundan kaynaklanıyordu. Yani düşünsene; hem merak ediyorsun neler anlatıldığını hem de üzüleceğini, moralinin bozulup çaresiz hissedeceğini biliyorsun. Film, kendine hayran bırakırken aynı zamanda da insanı hayattan soğutuyor. Ne kadar adaletsiz, yıkıcı bir dünyada yaşadığımızı bir kez daha tokat gibi suratımıza çarpıyor. Yoksulluk, mültecilik, savaşlar, çocuk gelinler ve daha niceleri. Kısacası; bu dünya kötü bir yer diyorsun filmi izledikten sonra ve aynı zamanda “ama bu bir kurgu, bu sadece bir film” de diyemiyorsun çünkü biliyorsun. Biliyorsun ki belki tam olarak böyle olmasa bile bu filmin anlattığı, gösterdiği her şey gerçek. Gece gece yüreğimi soldurdun be “Zain”. Başrole, yani Zain’e ayrıca bir parantez açmak lazım. O küçücük bedeniyle sergilediği oyunculuk, benim diyen Hollywood yıldızını solda sıfır bırakır. Zain, tek başına yetiyor filmi sürükleyip götürmek için. Mutlaka izleyin derim; ilk 15-20 dakika fırsat verirseniz pişman olmazsınız.
20) Uyanık Kardeşler/Hulki Saner (1974): Çocukluğumda hatırladığım kadar komik bir film olmadığını fark ettim. Bence “Kadir İnanır&Kartal Tibet” ikilisi, “Kadir İnanır&Müjdat Gezen” ikilisinden daha uyumluydu ama filmleri kıyaslamaya gerek yok. Sadece Kadir İnanır’ın ilk dönemlerindeki o üçkağıtçı tipten, “Deli Kadir”e dönüşümünü görmek, oldukça ilginç.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder