İDL 2021 (İZLEDİĞİM DİZİLER LİSTESİ 2021)-VII



31) Beastars (2019-2 Sezon 24 Bölüm): Son yıllardaki favori animelerimden birisi ve üçüncü sezonun bir an önce gelmesini umuyorum. Bir dünya düşünün ki insan diye bir canlı yok ama bildiğimiz tüm hayvanlar insan bilincinde gelişerek modern bir dünya inşa etmiş ve saf, hayvani dürtülerini bir kenara bırakmış. Aslında bu yönüyle, sanırım “Disney”e ait olması lazım, “Zootropolis (2016)” filmine benzer bir atmosfer sunuyor. Peki av ile avcının mücadelesini bir kenara bırakan modern bir hayvan toplumu nasıl olur? Evet Disney filminde de benzer bir ön yargı ve dışlama meselesi işleniyordu ama o film çok daha ponçik bir hikaye izliyordu. Oysa bu anime çok daha karanlık. Etoburlar ve otoburlar birlikte yaşıyor; etoburların otoburları yemesi veya yemeye kalkması bir suç. Ancak av ile avcının birlikte yaşaması, o Disney filminde anlatıldığı kadar kolay değil. Avcı sürekli arkadaşını yememek için kendisi ve dürtüleri ile mücadele halinde; diğer taraftan av ise avcısından kaçmasını söyleyen dürtüleri ile başa çıkmak zorunda ama denge o kadar hassas ki her iki grubun da birbirini suçlayıp dışlaması çok kolay. Üstelik etoburların avlanmasının yasak olması, et yemedikleri anlamına da gelmiyor. Şehrin ara sokaklarında, karaborsada büyük bir et piyasası dönüyor. Etobur hayvanlar tarafından kurulan çetelerin kaçırdığı ya da satın aldığı otoburlar, buralara getirilerek satışa sunuluyor. Üstelik bu durum, bir noktada görmezden geliniyor ki denge devam ettirilebilsin. Böyle karanlık ve diken üstünde bir dünyada, bir gri kurt olan Legoshi, okulundan bir kız olan Hal’e aşık olur ama sorun şudur ki Hal bir cüce tavşandır. Böylece Legoshi’nin Hal ile mutlu bir gelecek kurabilmek adına hem kendi dürtülerini kontrol altına alıp hem de yaşadıkları dünyayı daha güvenli bir yer haline getirme çabası başlar.

Bu animenin sahip olduğu sembolik anlatımı çok seviyorum. Yani nasıl onlar, kendi aralarında etoburlar ve otoburlar diyerek bir ayrıma gidip birbirlerini anlamak yerine dışlamayı tercih ediyor ise biz de aynı şeyi yapıyoruz. Aslında hepimiz insanız ama binlerce yıldır süren amansız bir kavga içerisindeyiz. Birbirimizi ya ten rengimize, ya konuştuğumuz dile, ya inandığımız dine ve hatta aynı din içindeki farklı mezheplere, ya da takip ettiğimiz ideolojiye göre dışlıyor, ötekileştiriyoruz. Bilmiyorum bu animenin sonu nasıl bitecek ama umarım Legoshi ile Hal’ın hikayesi mutlu biter ve bize de çok güzel bir mesaj verip bir yol gösterir çünkü buna gerçekten ihtiyacımız var. Bizim birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var.



32) Sweet Tooth (2021-1 Sezon 8 Bölüm): Yanlış giden bir deney, tüm dünyaya yayılan bir virüs, milyonlarca veya milyarlarca ölü insan, dağılmış bir medeniyet ve insan ile hayvan melezi küçük çocuklar; sanırım bir dizinin veya filmin ilgi çekici olması için içermesi gereken birçok şeye sahip bir yapım; hele günümüzün “Covid 19” dünyasında, bu dizi çok daha ilgi çekici bir hal alıyor. Asıl hikayemiz ise virüs dünyayı perişan ettikten yaklaşık on yıl sonra başlıyor. Bir geyik çocuk olan Gus, babası ile birlikte bir ormanda, insanlardan uzak bir yaşam sürmektedir çünkü melezler, insan toplumunda virüsün kaynağı olarak kabul edilip avlanmaktadır. Babası Gus için izole, doğa ile iç içe bir hayat kurmuş ve onu gerçek dünyanın yıkımından uzak tutmak için çabalamaktadır ama bir gün o da virüse yakalanıp ölür ve böylece yalnız kalan Gus, ormandan çıkarak annesini arayacağı bir maceraya atılır. Annesi ile ilgili bilgiler ise sınırlıdır; babasının eşyaları arasında bulduğu bir fotoğraf ve de Colorado’da yaşadığı gerçeği. Yola çıkan Gus, önce Koca Adam diye seslendiği eski bir futbolcu ve sonra da kendini Ayı olarak tanıtan bir kız ile tanışır ve onlarla birlikte yolculuk ederken bir yandan da Son Adamlar olarak anılan melez avcısı bir örgütten kaçar. Bu sırada, başka bir yerde ise bir kadın melez çocuklar için barınma yeri sağladığı için Son Adamların hedefi olur ve bir anne olarak korumaya çalıştığı çocukları için mücadele verir. Hikayenin üçüncü tarafı ise bir doktor ve karısı hakkındadır. Doktorun karısı salgının ilk günlerinde virüse yakalanmış ama doktorun uyguladığı tedavi ile ölümden kurtulmuştur ancak hala iyileşmiş değildir ve virüs vücudunda varlığını sürdürmektedir. Elbette bu doktor ve karısı da Son Adamların eline düşerler ve doktor tedaviyi bulmak için melez çocuklar üzerinde deneyler yapmaya mecbur edilir. Böylece ilk bölümden itibaren birbirinden bağımsız ilerleyen üç farklı hikaye, bir noktada birleşerek bizi ikinci sezona hazırlar. Umarım bir iptal durumu yaşanmaz ve bu diziyi birkaç sezon daha izleme şansı buluruz.



33) Never Have I Ever/Mindy Kaling-Lang Fisher (yaratıcılar) (2020-2 Sezon 20 Bölüm): Dürüst olmak gerekirse ilk sezonu hiçbir beklentim olmadan, sadece yoğun can sıkıntısı içinde olduğum bir an açıp izlemiştim ama sıfır beklenti ile başladığım bu diziyi çok sevdim; ilk sezonu da, ikinci sezonu da bir solukta izleyip bitirdim diyebilirim; tabi bölüm sürelerinin yarım saatten daha kısa olması da önemli bir faktör. Peki bu dizi ne hakkında? Hikayemizin ana karakteri “Devi” adlı Los Angeles’ta yaşayan, Hint kökenli, ergen, liseli bir kız. Sanırım bu size hikayeyi az çok özetliyor. Devi, yaşının bir getirisi olarak kendi cinselliğini ve de duygularını keşfedip aşk hayatında yeni adımlar atarak kimi zaman mutluluklar tadıp kimi zaman ise hüznü yaşıyor; aynı zamanda da kısa süre önce kaybettiği babasının yasını tutup, babasız bir ailede annesi ile yeni ilişki dinamiklerini oturtmak için çabalıyor. Dizi bize Devi’nin günlük hayatını, ailesini ve de arkadaşlarını sunarken aynı zamanda da cinsiyet rolleri, ırk meselesi ve kültür üzerine de bol bol düşündürüyor. Güzel bir proje ve umarım üçüncü sezonu yakın zamanda gelir çünkü ikinci sezon finali benim için biraz hüsran dolu oldu. Sevgili “Ben”, umarım hayat sana ikinci bir şans verir. Ayrıca dizinin bir diğer güzel yanı ise eski bir tenisçi olan “John McEnroe”nun dış ses anlatıcı olması.



34) Lucifer/Tom Kapinos (yaratıcı) (2016-5 Sezon 83 Bölüm): İlk dört buçuk sezonunu geçen yaz tamamlamıştım ve ilk bölüme başlarken o kadar bölümü katlanıp da izleyeceğimi hiç düşünmemiştim ama öyle olmadı; diziye bayıldım ve açıkçası beşinci sezonu son sezon sandığım için kalan sekiz bölümü izleyip de bitirmeyi hiç istemedim; resmen sindire sindire ilerledim. Ancak güzel haber şu ki 10 Eylül geldiğinde altıncı bir sezonu daha izleyeceğiz. Şahane bir haber. Yani bu dizi hakkında hikaye gibi şeyleri eklemeye pek de gerek yok. Baya bir geniş izleyici kitlesi var gibi görünüyor. Özellikle “Tom Ellis” ve o İngiliz aksanı ile ama elbette benim favorim “Dedektif”. Neyse; kısaca değinmek gerekirse hikayemiz, tanrıya isyan ettiği için cehenneme sürülen şeytan yani “Lucifer” hakkında; binlerce yıl cehennemi yönettikten sonra sıkılan Lucifer, dünyaya gelir ve Los Angeles’a yerleşmeye karar verir. Kendine şık bir gece kulübü açan sevgili şeytanımız, aynı zamanda da emniyet güçlerine danışman olarak katılır. Böylece hikaye başlar. Sevdiğim dizilerden birisi ve şimdiye kadar izlememiş olan herkese öneririm.



35) How I Met Your Mother/Carter Bays-Craig Thomas (yaratıcılar) (2005-9 Sezon 208 Bölüm): Bunu gerçekten yaptım. Oturup en baştan “HIMYM” izledim ve aşırı zevkli geçti. Gerçi bu sefer çok daha farklı bir deneyim oldu benim için. Bu sefer diyorum çünkü HIMYM ile ilk olarak lise yıllarımda tanışmıştım ve tam anlamıyla düzenli bir sıra ile izlememiştim. Son sezonlar ile başlayıp daha sonrasında ilk sezonlara dönüş yapmıştım ve arada izlemediğim bölümler de olmuştu. Ancak bu sefer hiçbir kaçamağa izin vermedim. Oturdum, en baştan ve olması gereken sıra ile her bölümü izledim. Dizi bitince de şöyle hissettim; ben hala bu sonu seviyorum. Yani bence de olması gereken son Ted ile Robin’di. Tamam Tracy’nin ölmüş olması üzücü ama bu her daim bir Ted ile Robin hikayesiydi. Ancak daha önce fark etmediğim bir şey bu defa benim açımdan daha net oldu. Bu dizi, bir bakıma, “Gabriel Garcia Marquez”in “Kolera Günlerinde Aşk” adlı romanının serbest bir uyarlaması. Belki bu sözüm, romanı okumayanlar için çok havada kalacak ancak okuyanlar ve Marquez’i bilenler, bence ne demek istediğimi anlayacaklar. Peki bu fikre nereden kapıldım? Öncelikle diziyi ilk izlemeye başladığım yıllarda henüz hiçbir Marquez romanı okumamıştım ki şu an neredeyse hepsini okumuş haldeyim; o zamanlar, Ted’in Marquez ve “Pablo Neruda” hayranlığı ve yazarlara yapılan göndermeler dikkatimi çekmemişti. Ancak bu defa dizi, bu ayrıntılar ile benim açımdan daha güzel bir hale geldi. Toparlayacak olursak; Kolera Günlerinde Aşk adlı romanda Marquez, gençliklerinde kavuşamayan iki insanın yaşlılık dönemlerinde tekrar bir araya gelişlerini anlatır. Romanda, kadın karakter evlenip yuva kurup çocuk sahibi olur, erkek ise hovarda bir yaşam sürer. Ancak kadının kocası öldükten sonra, tekrar bir araya gelirler. Dizide ise bunun tersi bir durum var. Aile kuran ve eşini kaybeden Ted olurken, Robin ise daha hovarda diyebileceğimiz bir yaşam sürer ama sonunda bir araya gelirler. Gerçi dürüst olmak gerekirse; Kolera Günlerinde Aşk, yazarın, en azından ilk başta, sonunu sevmediğim tek kitabı olabilir. Yani düşünsenize, birlikte olabilecekleri kaçırılmış onca yıl. O zaman için bu son bana ağır gelmişti. Ancak benzer bir sona yıllar sonra tekrar baktığımda, bu defa rahatlamış hissettim. Biliyorum, bu çok güçlü bir bağlantı gibi durmuyor ama her iki tarafı da seven biri olarak benim için bu bağlantıyı kurmak zor değil. Diğer taraftan, bu ikinci sefer bana başka bir şey daha hissettirdi. Sanırım yüksek oranda Ted bir kişiliğim var. Bu iyi mi yoksa kötü mü şu an için çok emin değilim ama yani Ted bile bir gün Robin’ine kavuşuyorsa, neden olmasın değil mi? Neyse; bunlar dizi ile alakası olmayan başka mevzular. Sonuç olarak; ben HIMYM izlemeyi hep sevdim ve hep seveceğim. Belli mi olur, belki bir gün tekrar başlarım.


Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de buradan ulaşabilirsiniz.


Kazan

Yorumlar