1) The Witcher/Lauren Schmidt Hissrich (yaratıcı) (2019-2 Sezon 16 Bölüm): Açıkçası ilk sezondaki kadar vurucu ve de zihinleri allak bullak eden bir hikaye akışı yok ama ikinci sezon ile birlikte, bu evrene dair bilgilerimiz ve de hikaye giderek genişliyor. İlk sezon, bizi üç farklı zaman diliminde Geralt, Yennefer ve Ciri’nin hikayeleri ile karşılamış; bölümler ilerledikçe de zaman dilimleri birbirini yakalayıp karakterleri de yakınlaştırmış, yollarının bir şekilde kesişmesini sağlamıştı. Bu sezon ise bir bakıma bu üç karakterin anne, baba ve kızları şeklinde bir çekirdek aileye dönüşme süreciydi. Yaşanan her şey bizi bu sonuca getirdi. Aynı zamanda hem Witcherlar, hem Witcher evreni hem de Ciri’nin kökeni hakkında çok daha fazla şey gördük ve elbette sevgili Geralt da hemen hemen her bölüm en az bir tane canavar haklamayı da sürdürdü. Ancak sezon biterken, zaten oldukça az olan Witcher sayısı daha da az bir hale geldi ama umuyorum ki Ciri’nin kanı sayesinde yeni Witcherlar ortaya çıkacak. Sezonun asıl bombası ise güneyden gelip tüm kuzey krallıklarına düşman olan Nilfgaard kralının Ciri’nin babası çıkması oldu. Ayrıca kuzey krallıklarının da Ciri’nin başına ödül koyması işleri daha da kızıştıracak. Yani hem krallıklar, hem canavarlar, hem elfler, hem de Witcherlar, ya Ciri’ye ihtiyaç duydukları ya da ondan korktukları için onun peşine düşecekler. Anlayacağınız üçüncü sezon tam bir av partisi olacak. Bu ortamda anne ve baba olarak Geralt ile Yennefer, kızlarını korumak için neler neler yapacaklar oldukça merak içerisindeyim. Aslında kitapları okusam belki merakımı gidermiş olurum ama kitaplar ile dizinin yüzde yüz aynı olmadığı, aslında bir bakıma çok başka şeyler oldukları ortada. O yüzden de ben bu diziyi kitapların etkisi altında kalmadan izlemek istiyorum. Yani yeni sezona kadar çok sabırlı olmam gerek.
2) The Book of Boba Fett/Jon Favreau (yaratıcı) (2021-1 Sezon 7 Bölüm): “The Mandalorian”ın sonu ile bu dizinin geleceğini çok öncesinden biliyorduk ama ben kendi adıma çok heyecan duymamıştım çünkü “Boba Fett”, “Star Wars” evrenindeki favori karakterlerimden birisidir diyemem. Gerçi bu dizi ile birlikte karaktere karşı bakış açım büyük oranda değişti ama bu başka bir konu. Dizi, Boba’nın orijinal Star Wars üçlemesinde nasıl ölümden kurtulduğunu ve de meşhur “Tatooine” gezegeninde “Jabba the Hutt”ın yerine geçiş sürecini işliyor. Kısaca özetleyecek olursak; bu dizi tam anlamıyla bir “Western” ya da “Star Wars Westerni”, yani zaten Tatooine tam olarak bu atmosferi veren bir gezegen, üstelik kovboy filmlerinde sıkça gördüğümüz intikam güdüsü de bu dizide önemli bir çıkış noktası ve son olarak da elbette kovboy düellosu meselesi; Star Wars evreninin iki efsane kelle avcısı, Boba Fett ve “Cad Bane” arasında bir kapışma. Gerçi Bane, çok havalı bulduğum ve sonuna üzüldüğüm bir karakter ama sonuçta efsane bir düelloydu. Üstelik sezon finalindeki savaş sırasında Boba’nın bir “Rancor” sürmesi de unutulmaz Star Wars anlarıma dahil oldu. Ancak dizi ile ilgili bir sitemim var; beşinci bölümden itibaren hikayeye “Mando” dahil oldu ve dizi adeta The Mandalorian’ın üçüncü bir sezonuna dönüştü. Ben kendi adıma Mando ve “Grogu”nun diziye eklenmesinin Boba’yı gölgede bıraktığını düşünüyorum. Ancak elbette bu bir pazarlama stratejisi. Sonuçta The Mandalorian dizisi ve dizinin ana karakterleri oldukça popüler oldular; onların popülerliklerini kullanmaları şaşırtıcı değil. Boba Fett’in hikayesine ilgi duymayan ama Mando’yu veya Grogu’yu seven bir izleyici, onların hikayedeki varlığını öğrendiği an, muhakkak ki bu diziye de bir göz atmak isteyecektir. Son olarak birkaç kelime de “Jon Favreau” için yazmak istiyorum. Bu adam, bize “Iron Man (2008)” filmini ve de dolayısıyla da “Marvel Sinema Evreni”ni veren kişi. Şimdi ise “The Mandalorian (2019)”, “The Book of Boba Fett (2021)” ve de yakın zamanda gelecek olan çok daha fazla dizi projeleri ile Star Wars evreninin bambaşka yüzlerini ve de birbirinden ilgi çekici karakterlerini sunuyor. Saygılar...
3) Kimetsu no Yaiba: Yuukaku-hen-Demon Slayer: Kimetsu no Yaiba Entertainment District Arc/ufotable (stüdyo) (2021-11 Bölüm): 2019 yılında yayınlanan 26 bölümlük ilk sezon ve 2020 yılında vizyona giren sinema filminin ardından bu sezon çok iyi geldi. Açıkçası sadece 11 bölüm sürmesi bir nebze üzücü ama bu 11 bölümlük süre çok büyük oranda müthiş bir tempo ve aksiyon ile geçti; yani sezon nasıl başladı, nasıl bitti anlamadım bile. Sezon hakkında konuşmam gerekirse; tamam, Tanjiro, Nezuko, Inosuke ve Zeinitsu zaten hikayenin ana karakterleri ve de elbette göz bebeklerimiz; üstelik bu sezon ile birlikte giderek daha güçlü hale geldiler. İzleyenler hatırlar, serinin ilk sezonunda ve de sinema filminde, üst seviye iblislere karşı çok zorluk çekmişlerdi. Tabi bu sefer yine zorlandılar hem de baya zorlandılar ama mücadeleleri efsaneydi; giderek iblislerin korkulu rüyası haline gelecek bir ekibe dönüşüyorlar. Ancak benim favorim elbette Tengen oldu bu sezon özelinde ve biraz spoiler olacak ama ölmemesine sevindim. Gerçi emekliye ayrılıp iblis katletme işini bırakacak olması sebebiyle yine de seriden çıkmış gibi oldu ama olsun, en azından hayatta. Ama gerçekten baya havalıydı; bir defa adam ninja, üstelik aşırı öz güvenli bir karakteri var ve şunu da unutmamak gerekir ki üç tane de birbirinden güzel eşi var. Dövüş stilini hesaba katmıyorum bile; ses nefesi tekniği gerçekten havalıydı. Elbette sadece Tengen ile vurmadı bizi bu sezon. Kardeş iblisler de oldukça güçlü karakterlerdi ve gerçekten efsane bir savaş sundular bize. Seride daha öncesinde sık sık gördüğümüz gibi yine acıklı bir köken hikayesi bulduk bu iki kardeşi tanırken. Sezon finalinde kardeşlerin nasıl iblise dönüştüğünü izlediğim an, onlardan nefret etmek bir kenara, oldukça üzüldüm diyebilirim. Elbette bu bir kurgu, bir fantezi ama sokağa atılan çocuklar ve de onların yaşadığı zulüm, dünyanın neresine gidersen git aynı; hiçbir çocuğun aç yatmadığı, üşüyüp hastalanmadığı, kimseden zarar görmediği bir dünya dilerim. Ha bu arada; Nezuko, giderek daha da güçlü bir iblis haline geliyor ve sanırım Muzan için asıl tehdit onun varlığı olacak. Üstelik Nezuko ve Tanjiro’nun babası da giderek daha önemli bir figür haline gelecek gibi bu hikayede. Önümüzdeki sezon veya sezonlarda, daha çok geriye dönüş sahnesi bizi bekliyor anlaşılan. Tanjiro’nun babası ile Muzan arasında nasıl bir düşmanlık vardı öğrenmeyi dört gözle bekliyorum. Gerçi mangayı okusam bu bilgilere kesin hızlıca ulaşabilirim ama o zaman da animenin tüm heyecanı kaçacak. O sebeple, sabır erdemdir diyerek bitiriyorum. Umarım yeni sezon bu yılın sonunda ve hatta yaz ortasında gelir. Dört gözle bekliyorum.
4) The Story of Film: An Odyssey-Sinemanın Hikayesi (2011-1 Sezon 15 Bölüm): Aslında geçen aralık ayında, doktora yeterlilik sınavım için izlemeye başladığım bir belgesel diziydi ancak sınav gününe kadar sadece ilk 14 bölümü izleme şansım oldu ve o son bölüm, tek başına geride kalmış oldu. Sonrasında ise, ha bugün ha yarın derken bir türlü izleyemedim ve bu ana, yani şubat ayının sonuna kadar gelmiş olduk. Sonunda bittiği için mutluyum, içimdeki suçluluk duygusundan kurtulmuş oldum. Neyse, kendi iç hesaplaşmamı bir kenara bırakmam gerekirse; bu belgesel dizi neyi anlatıyor? Adı üstünde; filmin, yani sinemanın hikayesi. Belgesel, ilk bölümde 19. yüzyıla bizi götürüp sinemanın başlangıç adımlarından itibaren 2010’lara kadar getiriyor. Bunu yaparken de sadece Hollywood ya da Avrupa sineması temelli bir yaklaşım sergilemiyor. Olabildiğince çok farklı ülke sinemasını bize sunuyor, birçok filmi, birçok yönetmeni tanıtıyor. Sinemaya ilgi duyan herkese kesinlikle önereceğim bir proje. O severek izlediğimiz filmlerin şu güne geliş serüveni de en az onları izlemek kadar eğlenceli ve de besleyici.
5) Peacemaker/James Gunn (yaratıcı) (2022-1 Sezon 8 Bölüm): “DCEU” yani canlı çekim “DC” evreni, şimdiye kadar bir hayal kırıklığı şeklinde ilerledi diyebiliriz. Tamam, tek başlarına başarılı bulduğum filmler var ancak bir bütünlük ve de devamlılık sağlamak konusunda hiç iyi mesafe kat edemediler. Yine de her yeni projede söylediğim gibi, benim hala umudum var. Üstelik bu umut, 2021 yılında hem “Zack Snyder’s Justice League”, hem de “The Suicide Squad” filmleri ile birlikte yeniden yukarı yönlü bir ivme kazandı. Bu dizi ise The Suicide Squad’ın doğrudan bir devam hikayesi olarak bize sunuldu. Yalan yok, ben “James Gunn” tarafından çekilmiş olan o filmi çok sevdim ama filmden sonra bana soracak olsaydınız, onca karakter arasında kesinlikle sevmediğim tek kişi “Peacemaker”ın ta kendisiydi ve çok sorgulamıştım neden bu karaktere bir dizi yapılıyor diye ama diziyi izledikten sonra karaktere karşı düşüncem değişti. O ırkçı ve de cinsiyetçi psikopat seri katilin içinden baba sorunları olan, savunmasız, yalnız ve de kırılgan başka bir adam, bir çocuk çıktı. Yanlış anlaşılmasın, o hala psikopat bir katil ama bu dizi bana şunu düşündürttü; kimse bu dünyaya suçlu olmak için gelmez. İçine doğduğumuz aile, bizim kim olacağımızda çok büyük rol oynar. Elbette kendi seçimlerimiz de var ve olmalı da ama öyle ya da böyle, bir şekilde kendi ebeveynlerimizin bir yansımasını da barındırırız bünyemizde. Peacemaker için de süreç tam olarak bu şekilde gerçekleşmiş. “Red Dragon” adlı faşist bir kötünün oğlu olarak büyümek ve babasının manipülasyonlarına maruz kalmak, “Christopher Smith”i Peacemaker’a dönüştürmüş. Ancak bu 8 bölümlük dizi, Chris’in baba sorunlarını bir noktada aşarak daha farklı bir karaktere dönüşmesini anlatıyor. Tabi tüm hikaye sadece Peacemaker ve babası ile ilgili değil. Bir yandan da yeni bir uzaylı istilasının önüne geçilmeye çalışılıyor. The Suicide Squad sırasında “Starro” ile mücadele eden “Görev Gücü X”, bu defa ise daha küçük bir ekip ile birlikte “Kelebek” olarak adlandırılan ve de gerçekten öyle görünen uzaylıların dünyayı istila etmesini engellemeye çalışıyor; tahmin edersiniz ki bu bir süper kahraman hikayesi ve sonuçta da istila girişimi elbette engelleniyor. Peacemaker’ı daha yakından tanımak ve uzaylılar ile savaşmalarını izlemek bir yana; bu dizi bize yeni DC karakterleri de sunuyor. “Vigilante” ve “Judo Master”, bu dizi ile birlikte doğrudan evrene giriş yapıyorlar. Ayrıca sadece diyaloglar üzerinden dahi olsa bile “Green Arrow”un varlığı onaylanıyor ve üstelik uzun bir aranın ardından “Justice League” üyelerini de yeniden görme şansını yakalıyoruz. Bizim ekip uzaylıları yendikten hemen sonra dört Justice League üyesi olay yerine geliyor; “Superman”, “Wonder Woman”, “Aquaman” ve “The Flash”. Gerçi Superman ve Wonder Woman, “Henry Cavill” ve “Gal Gadot” tarafından canlandırılmadıkları için gölgede bırakılıyorlar ama Aquaman ve The Flash’ı net olarak, kısa bir an için bile olsa, görebiliyoruz. Ne diyelim; daha çok DC yapımı izlemek umuduyla... Bu diziyi de ayrıca gerçekten sevdim ve umarım ikinci sezon çabuk gelir ama şunu da düşünmeden edemiyorum; The Flash, kendi solo filminde gerçekten evreni sıfırlayacak olursa, Peacemaker’ın karakter gelişimi ne olacak? Neyse, izleyip göreceğiz.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de şuradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder