İFL 2022-V



41) Cem Yılmaz: Diamond Elite Platinum Plus/Cem Yılmaz (2021): Dürüst olmak gerekirse “Fundementals (2013)” kadar güldürmedi beni ama bol bol düşündürdü; yine de yanlış anlaşılırım falan diye de ekliyorum ki güldüm, gerçekten güldüm. Ancak başka bir noktadan bakmak istiyorum ben meseleye. Evet, güldürmek önemli tabi ama güldürürken de düşündürmek lazım ve bu gösteride, çok iyi tespitler ortaya koyuyor “Cem Yılmaz”; çok iyi ve çok düşündüren tespitler. Çekemeyenler çok oluyor ama hadi dürüst olalım; adam iyi, adam gerçekten iyi.



42) Vampirler Bronx’ta/Oz Rodriguez (2020): Kötünün bir tık üstünde, orta karar bir vampir filmi. Ne bayıldım, ne de nefret ettim. Birkaç küçük çocuk, mahallelerinin vampirler tarafından istila edildiğini keşfeder ve yaşam alanlarını bu kan emicilerden korumak için mücadeleye girişirler. Film, yeni hiçbir şey sunmuyor ve hemen hemen tüm vampir klişelerini tekrar ediyor. Ne diyebilirim; klişeler bazen iyidir ama...


43) Sessiz İstila/Kam (2022): Siyasi çekişmeyi bir kenara bırakarak bu filmi yorumlamak istiyorum ama siyaseten bakacak olursak da gerçekten tam bir propaganda filmi ve de başarılı bir örnek; yayınlanır yayınlanmaz ülke gündemini değiştirdi. Ancak ben işin o kısmında değilim. Bence bu proje, ülkede yaşayan birçok vatandaşımızın açıkça ya da içten içe; her ne şekilde olursa olsun içinde taşıdığı o büyük endişeye değinen bir film. Derdim gerçekten ırkçılık, ayrımcılık yapmak değil ki bence zaten ırk meselesi üzerinden konuşacak bir ülke de değiliz. Hep duyarım 72 millet lafını; kısacası rengârenk bir ülkeyiz aslında. Farklı ırklar, farklı dinler ve de diller, hep birlikte bu topraklarda yaşadık, yaşıyoruz ve de yaşamaya devam etmek istiyoruz ama biz olarak kalalım da istiyoruz. Evet, hiçbir şey günlük gülistanlık değil; yeri geliyor birbirimizle kanlı bıçaklı oluyor, belki birbirimizin canını yine en çok biz yakıyoruz ama şu bir gerçek ki dilimiz, dinimiz, mezhebimiz ya da ırkımız başka başka dahi olsa kültürümüz bir. Neredeyse yüz yıllık cumhuriyet tarihi ve ondan çok öncesinden beri gelen yüzlerce yıl, bu ülke için ortak bir kültür çevresi ve sosyal yaşam alanı yaratıp bir denge kurdu. Herkes adına konuşamam ve elbette düşene yardımcı olmak da önemli ama derler ya; önce can, sonra canan. Biz önce bizi sevelim, önce bizi koruyup kollayalım. Komşusu açken tok yatan bizden değildir, kabul ama evladın aç, açıktayken komşuya sofra düzmek hak mıdır? Evet, zorda olana, eğer gerçekten elimizden geliyorsa, yardımcı olalım ama Avrupa’nın mülteci kampına da dönüşmeyelim. Mesele, o insanları sevip sevmemenin ötesinde. Bu insanlar farklı ülkelerden, farklı kültürlerden ve de sosyal hayatlardan geldiler, üstelik kalabalık gruplar halinde geldiler. Gelenlerin sayısı arttıkça mevcut kültüre entegre olmaları da o oranda zorlaşacak ve bir noktada uyum sağlama zorunluluğu hissetmeyecek kadar kalabalık olacaklar. Zaten kendi dilini konuşabildiği, kendi sosyal ve kültürel kurallarını uygulayabildiği bir ortamda, bir insan neden yeni bir dile ve kültüre uyum için çaba göstersin? İşte asıl tehlike bu...


44) Doktor Strange Çoklu Evren Çılgınlığında-Doctor Strange in the Multiverse of Madness/Sam Raimi (2022): Film güzeldi. Güzeldi işte, yani “Marvel” standardı korunmuştu ama elbette eksi yönleri de vardı. Bir defa son yıllarda görmeye alıştığımız diğer Marvel filmlerine kıyasla daha kısa süreli bir filmdi ve vizyona girene kadar bizde beklenti yarattığı kadar çok karakterli, birçok farklı evrende geçen bir hikâye sunmadı. “Kevin Feige”nin filme müdahale edip çok fazla sahneyi kestirdiği söyleniyor ki eğer böyle bir durum gerçekten yaşandıysa bu filmin yönetmen kurgusunu kesinlikle izlemek ve neler kıyıma uğradı görmek isterim. Örneğin “Superior Iron Man” gerçekten var mıydı yok muydu merak ediyorum veya başka “X-Men” üyeleri ya da “Örümcek Adam” varyantları… Yine de başta dediğim gibi, Marvel’ın bizi yıllardır alıştırdığı standardı koruyan bir film olmuş; her türlü hideri var.



45) Aykut Enişte/Onur Bilgetay (2019): “Cem Gelinoğlu” denilince aklıma hep “Ali Kundilli” filmleri geliyor ki bence o filmler komik değil pek. O sebeple de bu filme karşı da ön yargılarım vardı ama izledikten sonra şunu söyleyebilirim ki gerçekten güldüm, yani baya baya güldüm ve özellikle de komedisini sırf bel altı muhabbete bağlamadığı için sevdim. Yerli komedi olarak kesinlikle öneririm.



46) Aykut Enişte 2/Onur Bilgetay (2021): Fazla bir yoruma gerek yok; ilk filmde bize sunduğu standardı korumuş ve hatta daha da yukarı taşımış. Ben iki “Aykut Enişte” filmini aynı akşam, peş peşe izledim ve bu deneyim bana bol kahkahalı bir gece sunmuş oldu. Evet, ben çok sevdim, kabul ama illa da demiyorum ki her izleyen benim kadar eğlenir fakat yerli komedi filmlerimizin bulunduğu nokta düşünülürse bu seri gerçekten mutluluk verici.



47) Sen Yaşamaya Bak/Ketche (2022): Bana göre film gerçekten iyiydi. Hatta bu yıl izlediğim ve en başarılı bulduğum Türk filmlerinden birisi olabilir. Karakterler güzeldi, konu ilgi çekiciydi, eğlence vardı, hüzün vardı; kısacası tatmin edici ve sürprizli bir öyküydü. Romantik bir hikâye izlemek isteyen herkese önerilir.



48) Why Don’t You Play in Hell/Sion Sono (2013): Hapisteki eşine kızlarının ünlü bir film yıldızı olduğu yalanını söyleyen bir Yakuza patronu, eşinin hapisten çıkma zamanı yaklaştıkça çaresiz kalır ve kızının başrol oynadığı bir filme kendisi yapımcı olmaya karar verir ancak film çekme konusunda hiçbir şey bilmemektedir. Diğer taraftan genç ve hevesli bir film ekibi ise gerçek bir uzun metraj film çekme fırsatı kollamaktadır. Bu noktada kader devreye girer ve bu iki taraf bir şekilde bir araya gelirler. Üstelik Yakuza patronunun düşmanı olan çete de film çekimine dâhil olmayı kabul edince ortaya kolların, bacakların ve kafaların havada uçuştuğu, kanın gövdeyi götürdüğü ve herkesin öldüğü bir Yakuza filmi çıkar. Tam bir “Sion Sono” filmi ama şunu belirtmem lazım ki özellikle oyunculuklar sebebiyle izlemesi oldukça zor bir film.



49) 9,75/Uluç Bayraktar (2020): “Nejat İşler”i izlemek zevkliydi. Film bir yandan “Gezi Olayları”nı arka plana yerleştirip bizi o dönemin İstiklal sokaklarına götürürken, diğer yandan da Güney Doğu bölgesinde yaşanan ve içerisine askerin de dâhil olduğu sorunları yansıtıp bir bakış açısı sunuyor. Bir noktada muhalif bir yanı olduğu için herkesin hoşuna gitmeyebilir ama eli yüzü düzgün bir Türk filmi. Öykü güçlü, oyunculuklar iyi ve kendince de bir derdi var. Ben izlediğim için memnun oldum.



50) Gone with the Wind-Rüzgâr Gibi Geçti/Victor Fleming & George Cukor & Sam Wood (1939): En sonunda izlemeyi başardığım, tam anlamıyla bir Hollywood klasiği. Kuzey ile Güney arasında yaşanan ABD İç Savaşı’nı anlatan film, öyküsünü Güneyli toprak zengini bir ailenin kızı ve onun aşkları, evlilikleri ve hayal kırıklıkları üzerine kuruyor. Oldukça uzun bir film olduğunu da belirtmem gerekir ama o uzun süresine karşın kesinlikle sıkıcı bir yapım değil. Arka planda tüm ülkenin kaderini değiştiren bir konu dallanıp budaklanırken, ön planda ise daha bireysel meseleler işleniyor. Bu sırada da Afro-Amerikalıların konumlandırılış şekli de kendine film içinde bol bol yer buluyor. Kısacası Hollywood seven bir sinema aşığının izlemesini şiddetle tavsiye edeceğim bir eser.


Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de şuradan ulaşabilirsiniz.


Kazan

Yorumlar