51) Bize Müsaade/Giray Altınok
(2020): “Giray Altınok” hem oyunculuğu hem de nasıl denir,
kafa yapısı ve bakış açısı ile sevdiğim bir isim. Ha, bu film çok efsane miydi?
Kesinlikle hayır ama zaten yönetmenin de öyle bir iddiası yok. Bir aile
gecesinde birlikte izlenip keyifli vakit geçirilebilecek bir komedi. Sevdiğim
yönü şu, öyle sürekli bel altı şakalar ve küfürler ile değil, daha zekice
durumlar ve kelime şakaları ile bizi güldürmeye çalışıyor. Belki her seferinde
başarılı olamıyor ama en azından deniyor. Konuya da kısaca değinmiş olayım.
Biri yönetmen, biri senarist ve sonuncusu da oyuncu olan üç arkadaş, bir film
çekimi esnasında trajikomik bir kaza yaşarlar ve filmleri iptal edilir. Bu
durum senarist olanın sinirlerini çok gerer çünkü ilk defa bir senaryosu filme
çekilmenin eşiğinden dönmüştür. Böylece senaristin doktorunu görmeye, Büyük
Ada’daki ruh ve sinir hastalıkları hastanesine giderler ancak ziyaretçi olarak
gittikleri hastanede işler karışır ve kendilerini bir anda hasta konumunda ve
hastanede kısılıp kalmış bulurlar. Film bu noktadan sonra kahramanlarımızın
hastaneden kaçma mücadelesini anlatır. Ortalama bir komedi filmi ve bir boş
zaman aktivitesi olarak değerlendirilebilir.
53) The Great Dictator-Büyük
Diktatör/Charles Chaplin (1940):
Evet, film güzel bir “Hitler” ve “Nazi Almanyası” taşlaması ama gerçekten
de “Chaplin”in konuşması meselesi,
ondan, belki sanatçının bizzat kendisinden değil ama yarattığı “Şarlo” tipinden çok şey götürmüş. Yine
de Chaplin her zaman Chaplin’dir ve her ne koşulda ve hangi öyküde/filmde
olursa olsun, onu izlemek büyük, çok büyük bir zevk. Bana sinemayı gerçekten
sevdiren ve de saygı duyduran; kısacası sinemaya olan aşkımı körükleyen birkaç
isimden birisi. İyi ki vardın ve iyi ki varsın Büyük Şarlo ve dünya döndükçe de
her daim olacaksın; sana hayran olmamak ama yine de seni kıskanmamak mümkün mü
sinemanın ölümsüz berduşu…
54) Himizu-Themis-Köstebek/Sion
Sono (2011):
Güncel dönem Japon sineması düşünüldüğünde, “Sion
Sono” hem sevdiğim hem de beni oldukça rahatsız eden bir deha, bir sanatçı
diyebilirim. Açıkçası yönetmenin filmlerini izlemek her daim kolay olmuyor.
Bazen biçimi, bazen de içerdiği aşırı şiddet ve vahşet ile izleyeni yoruyor. Bu
filmde de izleyeni oldukça yoran birçok karakter ve izlemesi zor sahneler
mevcut diyebilirim ama film önemli bir meseleye, 2011 yılında yaşanan nükleer
santral felaketine, felaket sonrası bölge halkının hayatta kalma mücadelesine
ve psikolojisine değiniyor. Olayların merkezinde ise dağılmış, sorunlu
ailelerinin baskısı ile çocukluklarını yaşayamayan iki liseli ve onların
filizlenen aşkı yer alıyor. Farklı bir film, yani insanı sevmek ve nefret etmek
arasında ince bir çizgide sallandırıyor ama tavsiye edeceğim bir yapım.
55) Liseye Dönüş/Alex Hardcastle
(2022): İzlediğime
pişman oldum diyebilirim. Adeta bir vakit kaybıydı. Lisenin popüler ponpon kızı
mezuniyet balosundan hemen önce dans gösterisi sırasında ağır bir kaza geçirip
komaya girer ve ancak 20 yıl sonra uyanır. Şimdi ise tek amacı, yarım kalan
hayaline ulaşmak ve lise mezuniyet balosunda kraliçe seçilmektir.
56) Notorious-Aşktan da
Üstün/Alfred Hitchcock (1946):
Kesinlikle favori “Hitchcock” filmim
değil. Bir casus filmi. İşte efendim, filmin yılı göz önünde tutulduğunda,
Naziler kaybetmiş ama her biri yakalanmamış olduğu için ABD, kaçak Nazilerin
peşinde. Bir kısım Nazi ise Brezilya’da yeni bir silah üzerine çalışıyorlar.
Görev, bu insanların içine sızıp onları durdurmak. Bu amaçla bir Nazi’nin kızı
olan “Alicia (Ingrid Bergman)” ikna
edilerek casus olarak Rio’ya gönderiliyor. Elbette bir Hollywood filmi çekerken
aşk olmazsa olmaz. “Cary Grant”
tarafından hayat verilen “Devlin”
adlı ABD ajanı da Alicia ile birlikte görevdedir ve aralarında kaçınılmaz bir
çekim ile hızlı bir aşk başlar ve fakat üst yöneticiler Alicia’nın Nazilerden
birisi olan “Alexander” ile
evlenmesini isterler çünkü tüm organizasyon onun malikânesinde işlemektedir.
Böylece bir yandan casusluk öyküsü ilerlerken, diğer yandan da iki aşığın
aralarındaki gerilim artar çünkü hem endişe hem de kıskançlık iki ismi
uzaklaştırmaktadır. Üstüne bir de Alicia’nın casus olduğu ortaya çıkıp hayatı
tehlikeye girince işler iyice karışır ama şu an daha fazla söyleyecek bir şeyim
yok. İzledim ve bitti işte. Sorarsanız tavsiye ederim; sonuçta Hitchcock
standardına sahip bir film.
59) Jurassic World:
Dominion-Jurassic World: Hâkimiyet/Colin Trevorrow (2022): Erkek kardeşim ile gidip
izlediğimiz için kendince özel yeri olan bir film ve kendi üçlemesinin son
filmi olmasıyla da kıymetli. Açıkçası 90’lı yılların “Jurassic Park” filmlerini hiç izlemediğim ve de izlemeyi hiç
düşünmediğim için bu filmde öyküye dâhil olan o film karakterleri bana pek bir
şey ifade etmediler, bir bakıma onların sahnelerini zorlama buldum ama
dinozorların bolluğu ve aksiyon sahnelerinin başarısıyla kesinlikle izlerken
zevk veren bir filmdi. Aslında genel olarak bu üçlemenin başarılı bir anlatı olduğunu
söyleyebiliriz lakin üstüne fazla da konuşmaya gerek yok. Sonuçta bu bir Jurassic filmi ve sevenler her türlü
izler, sevmeyenlerin de umurunda olmaz. Ben severek izledim ve fikrime kıymet
verene, popüler sinema sevene kesinlikle tavsiye ederim.
60) Şansımı Seveyim/Ender Mihlar
(2017): “Aykut Enişte” filmlerinin verdiği
keyif, beklenti ve gazla oturup izlediğim bir film oldu ama söyleyebileceğim
tek şey, vasat altı bir film olduğu. İzlediğime pişmanım, vakit kaybıydı.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de şuradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder