İFL 2022-VI

 

51) Bize Müsaade/Giray Altınok (2020): “Giray Altınok” hem oyunculuğu hem de nasıl denir, kafa yapısı ve bakış açısı ile sevdiğim bir isim. Ha, bu film çok efsane miydi? Kesinlikle hayır ama zaten yönetmenin de öyle bir iddiası yok. Bir aile gecesinde birlikte izlenip keyifli vakit geçirilebilecek bir komedi. Sevdiğim yönü şu, öyle sürekli bel altı şakalar ve küfürler ile değil, daha zekice durumlar ve kelime şakaları ile bizi güldürmeye çalışıyor. Belki her seferinde başarılı olamıyor ama en azından deniyor. Konuya da kısaca değinmiş olayım. Biri yönetmen, biri senarist ve sonuncusu da oyuncu olan üç arkadaş, bir film çekimi esnasında trajikomik bir kaza yaşarlar ve filmleri iptal edilir. Bu durum senarist olanın sinirlerini çok gerer çünkü ilk defa bir senaryosu filme çekilmenin eşiğinden dönmüştür. Böylece senaristin doktorunu görmeye, Büyük Ada’daki ruh ve sinir hastalıkları hastanesine giderler ancak ziyaretçi olarak gittikleri hastanede işler karışır ve kendilerini bir anda hasta konumunda ve hastanede kısılıp kalmış bulurlar. Film bu noktadan sonra kahramanlarımızın hastaneden kaçma mücadelesini anlatır. Ortalama bir komedi filmi ve bir boş zaman aktivitesi olarak değerlendirilebilir.



52) Jagten-The Hunt-Onur Savaşı/Thomas Vinterberg (2012): İzlemesi yer yer gerçekten zor bir filmdi. Bir adamın işlemediği bir suç yüzünden yasalar tarafından aklansa bile toplum tarafından yargılanışını anlatan gerginlik dolu bir öyküydü. Küçük bir kız, kreşinde görevli öğretmenine/bakıcısına çocukça bir aşk besler ama beklediği ilgiyi alamaz ve bir an için bakıcısının kendisine cinsel istismarda bulunduğunu ima eden bazı söylemlerde bulunur. Kimse bir şey görmemiş veya duymamıştır; adam toplumda sevilen de bir figürdür aslında ama küçük kızın ufacık bir iması ile adamın suçu adeta kesinleşir ve sonrasında küçük kız gerçeği söylediğinde bile kimse adamın masumiyetine tam olarak inanmaz. Zor bir filmdi ve elbette böyle bir durumda kime inanmak gerektiği gerçekten fazlasıyla hassas bir konu. Diğer taraftan filmin başrolü “Mad Mikkelsen” harika oynamış. Bu adamın oyunculuğuna bayılıyorum ama nasıl demeli, böyle “düşünce yoğun” filmlerde tam olarak parlıyor; “Fantastik Canavarlar” gibi “duygu yoğun” filmlerde değil. Neyse, bu bambaşka bir tartışma konusu. Sonuç olarak film güzel, tavsiye ederim.



53) The Great Dictator-Büyük Diktatör/Charles Chaplin (1940): Evet, film güzel bir “Hitler” ve “Nazi Almanyası” taşlaması ama gerçekten de “Chaplin”in konuşması meselesi, ondan, belki sanatçının bizzat kendisinden değil ama yarattığı “Şarlo” tipinden çok şey götürmüş. Yine de Chaplin her zaman Chaplin’dir ve her ne koşulda ve hangi öyküde/filmde olursa olsun, onu izlemek büyük, çok büyük bir zevk. Bana sinemayı gerçekten sevdiren ve de saygı duyduran; kısacası sinemaya olan aşkımı körükleyen birkaç isimden birisi. İyi ki vardın ve iyi ki varsın Büyük Şarlo ve dünya döndükçe de her daim olacaksın; sana hayran olmamak ama yine de seni kıskanmamak mümkün mü sinemanın ölümsüz berduşu…



54) Himizu-Themis-Köstebek/Sion Sono (2011): Güncel dönem Japon sineması düşünüldüğünde, “Sion Sono” hem sevdiğim hem de beni oldukça rahatsız eden bir deha, bir sanatçı diyebilirim. Açıkçası yönetmenin filmlerini izlemek her daim kolay olmuyor. Bazen biçimi, bazen de içerdiği aşırı şiddet ve vahşet ile izleyeni yoruyor. Bu filmde de izleyeni oldukça yoran birçok karakter ve izlemesi zor sahneler mevcut diyebilirim ama film önemli bir meseleye, 2011 yılında yaşanan nükleer santral felaketine, felaket sonrası bölge halkının hayatta kalma mücadelesine ve psikolojisine değiniyor. Olayların merkezinde ise dağılmış, sorunlu ailelerinin baskısı ile çocukluklarını yaşayamayan iki liseli ve onların filizlenen aşkı yer alıyor. Farklı bir film, yani insanı sevmek ve nefret etmek arasında ince bir çizgide sallandırıyor ama tavsiye edeceğim bir yapım.



55) Liseye Dönüş/Alex Hardcastle (2022): İzlediğime pişman oldum diyebilirim. Adeta bir vakit kaybıydı. Lisenin popüler ponpon kızı mezuniyet balosundan hemen önce dans gösterisi sırasında ağır bir kaza geçirip komaya girer ve ancak 20 yıl sonra uyanır. Şimdi ise tek amacı, yarım kalan hayaline ulaşmak ve lise mezuniyet balosunda kraliçe seçilmektir.



56) Notorious-Aşktan da Üstün/Alfred Hitchcock (1946): Kesinlikle favori “Hitchcock” filmim değil. Bir casus filmi. İşte efendim, filmin yılı göz önünde tutulduğunda, Naziler kaybetmiş ama her biri yakalanmamış olduğu için ABD, kaçak Nazilerin peşinde. Bir kısım Nazi ise Brezilya’da yeni bir silah üzerine çalışıyorlar. Görev, bu insanların içine sızıp onları durdurmak. Bu amaçla bir Nazi’nin kızı olan “Alicia (Ingrid Bergman)” ikna edilerek casus olarak Rio’ya gönderiliyor. Elbette bir Hollywood filmi çekerken aşk olmazsa olmaz. “Cary Grant” tarafından hayat verilen “Devlin” adlı ABD ajanı da Alicia ile birlikte görevdedir ve aralarında kaçınılmaz bir çekim ile hızlı bir aşk başlar ve fakat üst yöneticiler Alicia’nın Nazilerden birisi olan “Alexander” ile evlenmesini isterler çünkü tüm organizasyon onun malikânesinde işlemektedir. Böylece bir yandan casusluk öyküsü ilerlerken, diğer yandan da iki aşığın aralarındaki gerilim artar çünkü hem endişe hem de kıskançlık iki ismi uzaklaştırmaktadır. Üstüne bir de Alicia’nın casus olduğu ortaya çıkıp hayatı tehlikeye girince işler iyice karışır ama şu an daha fazla söyleyecek bir şeyim yok. İzledim ve bitti işte. Sorarsanız tavsiye ederim; sonuçta Hitchcock standardına sahip bir film.



57) Angry Birds Filmi 2/Thurop Van Orman & John Rice (2019): Kesinlikle ilk film çok çok çok çok çok daha iyi bir yapımdı. Çatlayana kadar güldüğüm çok sahne vardı ama bilemiyorum. Bu filmden o kadar da zevk almadım. Bir şeyler eksikti veya eksilmişti. Sanki “Angry Birds” için tek filmlik bir anlatı yeterliymiş gibi geldi bana, bu filmi izledikten sonra ama elbette bu benim şahsi düşüncem. Siz izlerken çok daha farklı düşünüp kesinlikle zevk alabilirsiniz. Sonuçta animasyon filmleri hemen hemen her zaman bir şekilde eğlencelidir. Ben sadece ilk filmi çok sevmiş olduğum için bu filmde o tadı bulamadım. Sanırım beklentim fazla yüksekti. Üçüncü ada olayı ilgi çekiciydi ama ben karakterleri sevemedim sanırım.



58) Hustle/Jeremiah Zagar (2022): “Uncut Gems (2019)” sonrasında yine harika bir “Adam Sandler” filmi. Açıkçası Adam Sandler’ın hem çok iyi filmleri, hem de çok kötüleri var ama bu gayet iyi ve izleyene zevk veren bir yapım. NBA’de çalışan bir yetenek avcısının İspanya’da şans eseri keşfettiği bir basketbolcuyu NBA oyuncusuna dönüştürme sürecini anlatan film, NBA nasıl bir lig, nasıl işlemektedir gibi sorulara da oldukça güzel ve tatmin edici cevaplar sunuyor. NBA veya basketbol meraklısıysanız ya da spor filmlerini seviyorsanız, bu filmi kesinlikle kaçırmayın. Son yıllarda izlediğim açık ara en iyi spor filmi.



59) Jurassic World: Dominion-Jurassic World: Hâkimiyet/Colin Trevorrow (2022): Erkek kardeşim ile gidip izlediğimiz için kendince özel yeri olan bir film ve kendi üçlemesinin son filmi olmasıyla da kıymetli. Açıkçası 90’lı yılların “Jurassic Park” filmlerini hiç izlemediğim ve de izlemeyi hiç düşünmediğim için bu filmde öyküye dâhil olan o film karakterleri bana pek bir şey ifade etmediler, bir bakıma onların sahnelerini zorlama buldum ama dinozorların bolluğu ve aksiyon sahnelerinin başarısıyla kesinlikle izlerken zevk veren bir filmdi. Aslında genel olarak bu üçlemenin başarılı bir anlatı olduğunu söyleyebiliriz lakin üstüne fazla da konuşmaya gerek yok. Sonuçta bu bir Jurassic filmi ve sevenler her türlü izler, sevmeyenlerin de umurunda olmaz. Ben severek izledim ve fikrime kıymet verene, popüler sinema sevene kesinlikle tavsiye ederim.



60) Şansımı Seveyim/Ender Mihlar (2017): “Aykut Enişte” filmlerinin verdiği keyif, beklenti ve gazla oturup izlediğim bir film oldu ama söyleyebileceğim tek şey, vasat altı bir film olduğu. İzlediğime pişmanım, vakit kaybıydı.


Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de şuradan ulaşabilirsiniz.


Kazan

Yorumlar