1) Spiderhead/Joseph Kosinski
(2022): Yeni yılın ilk filmi. “Thor”
ile resmen özdeşleşmiş konumdaki “Chris
Hemsworth”ü kötü karakter olarak izlemek ilginç diyebileceğimiz bir
tecrübeydi ama gerçi “Bad Times at the El
Royale (2018)”de de kötü bir karakter oynadığını görmüştüm ve sanırım
yakında gelecek olan “Furiosa”
filminin de kötü karakteri olacak. Bu bağlamda aktörün sadece mükemmel kahraman
tiplerini oynayıp tek kanaldan ilerleyen bir kariyer istemediğini ve farklı
seçeneklere sahip olmayı amaçladığını söyleyebiliriz. Belki de sadece yakışıklı
bir adam değilim ve derinliği olan karakterleri de oynayabilirim demek istiyor,
bilemiyorum. Filme dönecek olursak; hikâyemiz bir roman uyarlaması ve bir ilaç
firmasının mahkûmlar üzerinde deney yapması sürecini işliyor. Yani ne çok iyi
ne de çok kötü diyemem, bir göz atılabilir.
2) The Terminal/Steven Spielberg
(2004): “Tom Hanks”i oldum olası
sevmişimdir. Yani bir filmde o rol alıyorsa çok büyük bir ihtimalle
sevebileceğim bir filmdir izlediğim şey. Bu film açısından da durum değişmedi.
Yani bir havalimanında kısılıp kalan bir adamın öyküsünün ilgi çekici olmaması
gibi bir ihtimal yok. Bu arada tek mekân öykülerini de çok severim zaten.
Kısacası bu filmi izlediğime çok memnunum ve kesinlikle tavsiye ederim.
3) Yılbaşı Gecesi/Ozan Açıktan
(2022): “The Terminal” sonrasında bir
başka tek mekân filmi daha diyebiliriz bu yapım için ama bundan aynı derecede
keyif aldığımı söyleyemem. Evet, bu bir komedi filmi veya en azından iddiası o,
üstelik güncel bir mesele olan “Covid-19”a
da değiniyor ama ne tam bir sosyal mesaj aldım ne de tam olarak gülüp eğlendim.
Tamam, “Gülse Birsel” kalemini seviyorum
ya da sevmiştim/sevmiştik ama sanki kendini güncellememe, güncelleyememe gibi
bir durum ile karşı karşıyayız. Sanki Gülse Birsel, öyküler, mekânlar ve
karakterler değişse bile “Avrupa Yakası”ndan
beri hep aynı şeyleri anlatıyor gibi hissediyorum ve bu anlattığı şeylerin de günümüz
toplumundan giderek uzaklaştığı düşüncesindeyim. Belki de yanılıyorumdur ama
kesinlikle Gülse Birsel yaratıcılığında eksik bir şeyler var.
4) Atlantis: Milo’nun Dönüşü/Tad
Stones & Toby Shelton & Victor A. Cook (2003): Dürüst
olmak gerekirse ilk film kadar sevdiğimi söyleyemem ama Milo ve diğer
karakterleri başka bir macerada tekrar izleyebilmek zevkliydi.
5) Taxi/Gerard Pires (1998): “Taxi” serisini her zaman çok
sevmişimdir; tabi son film hariç diyebilirim. Onu baştan sona izleyerek bir
değerlendirme yapmam lazım ama bu ilk filmi izledikten sonra fark ediyorum ki
ben serinin ilk filmden sonraki üç filmini tekrar tekrar izlemişim ama
başlangıç filmini hiç izlememişim. Kısacası bu ilk seferdi. Becerikli şoförümüz
ile sakar polisimizin nasıl tanıştıklarını ve arkadaş olduklarını bu film ile
birlikte öğrenmiş oldum. Diğer filmlere kıyasla çok daha ucuz ya da dar bütçeli
koşullarda çekildiği belli olsa dahi ve oyuncuların karakterlerini tam olarak
oturtamadığı hissi oluşsa da yine de sevdiğim bir film oldu.
6) Taxi 2/Gérard Krawczyk (2000): Serinin
ikinci filminde yeniden Marsilya sokaklarına dönerken bu defa Emilien (polis)
ve Daniel (taksici) yepyeni bir maceraya yelken açıp Yakuza ile mücadele
ediyor. İzlemekten hiç sıkılmayacağım filmlerden birisi kesinlikle.
7) Taxi 3/Gérard Krawczyk (2003): İlk
filmde Almanlar, ikinci filmde Japonlar ile uğraşan müthiş ikilimiz, yeni
filmlerinde ise Çinli Noel Baba çetesini yakalamak için aksiyon ve komedi dolu
maceralarına atılıyorlar. Serinin en sevdiğim filmi bu olabilir. Özellikle Emilien’in
sevgilisi Petra’nın hamile oluşunu anlamayacak kadar dalgın ve aptal oluşu beni
her seferinde güldürmüştür.
9) Bursa Bülbülü/Hakan Algül
(2023): Bu filmi sevdim ama öyle acayip komik falan olduğu için değil. Güzel bir
dönem filmi olduğu için; 1980’lerin gazinoculuk ve kaset yapma, ünlü olma
furyasını güzel işlediği için sevdim. Ayrıca şarkıları da çok eğlenceliydi.
Güzel bir iş olmuş. Yazanın, yönetenin, oynayanların ve bize ulaşmasında emeği
olan herkesin ellerine sağlık.
10) Taxi 4/ Gérard Krawczyk (2007):
Bu, benim açımdan “Taxi”
serisinin son filmi çünkü yıllar sonra gelen beşinci film, her ne kadar
Marsilya’da geçiyor olsa da veya önceki filmlerden tanıdık yüzler ya da
referanslar içerse de beni heyecanlandırmayan bir filmdi çünkü ana
karakterlerin artık değiştiği bir yapımdı. O yüzden “Taxi 4” benim için bu maceranın sonudur. Emilien ve Daniel’in son
maceralarındaki düşmanları ise Belçikalı bir banka soyguncusudur. Interpol
yetkilileri adamın kaçması için onu bilerek Marsilya polis karakoluna teslim
ederler ve elbette Emilien ve arkadaşları adamın kaçmasına müsaade ederler. Sonrasında
ise Emilien’in hatasını düzeltmesine yardım etmek elbette Daniel’e düşer.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de şuradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder