21) Astérix & Obélix: L’Empire
du Milieu-Asteriks ve Oburiks: Orta Krallık/Guillaume Canet (2023): Dürüst
olmam lazım, Fransız sineması denilince benim aklıma ilk olarak ne “Şiirsel Gerçekçilik Akımı” ne de “Fransız Yeni Dalga Akımı” gelir. Evet,
bunlar sinema tarihi açısından çok önemli atılımlar, yön değiştiren
üretimlerdir ve evet, Fransız sineması dünyaya “Rene Clair”, “Jean Vigo”,
“Jean Renoir”, “François Truffaut” ve “Jean-Luc
Godard” gibi büyük yönetmenleri sunmuştur. Ancak elbette her izleyicinin bir
sinema zevki vardır ve Fransız sinemasının da bu manada sanatsal olduğu kadar popüler
üretimleri de mevcuttur. Ben, Fransız sinemasını bu popüler sinema
örnekleriyle, Türk televizyon kanallarında yayınlanan filmler ile tanıdım. Bana
Fransız sineması dediğiniz zaman aklıma gelecek ilk örnekler “Taxi” ve “Astérix” serileri olacaktır. Çocukluğumun güzel anıları
arasındadır bu filmler ve her fırsatta tekrar tekrar izlemekten asla sıkılmam.
Daha yeni bu yılın başında Taxi
serisinin ilk dört filmini yeni baştan izledim. Bu filmleri izlemeyi gerçekten
çok seviyorum ve özellikle Türkçe dublajlı halleri çok çok daha eğlencelidir
diye iddiamı ortaya koymak istiyorum. Bu arada dublaj sanatçılarımızın da
hakkını vermek lazım. Bence dublaj işinde gerçekten iyiyiz ve filmin dokusunu
bozmadan diyalogları Türkçeleştirme konusunda gerçekten başarılıyız. Astérix serisini de bunun güzel örnekleri
arasında sayabiliriz.
Neyse, sadede gelecek olursak; bu filmin fragmanını izler izlemez, kesinlikle sinemaya gitmeliyim dedim çünkü bir yanım o çocuk halimle, bu filmleri ilk defa izleyen halimle yeniden bağ kurmak istedi sanırım. Dürüst olmam lazım, bu filmi serinin önceki filmleri kadar sevdiğimi sanmıyorum. Sanırım oyuncu kadrosunun tamamen değişmiş olmasının büyük bir etkisi var. Evet, Asteriks’i canlandıran oyuncu her filmde değişirdi ki bu biraz işin esprisi gibiydi ama bu sefer artık Oburiks de değişmiş ve sanırım “Gérard Depardieu”nun olmamasına pek alışamadım. Yine de filmi izlerken hiç eğlenmedim de diyemem. Mesela “Zlatan İbrahimovic”in filmde konuk oyuncu olarak yer alması ve Sezar ile Kleopatra’nın meşhur aşklarının işleniş şekilleri filmin benim açımdan güzel kısımlarıydı. Sürpriz kaçıran vermek ya da filmi didik didik edip konuyu uzattıkça uzatmak istemiyorum. Şöyle bir şey yapabilirim; bildiğim kadarıyla şimdiye kadar beş tane canlı çekim Astérix filmi yapıldı. Sanırım bir sıralama yaparsam bu filmle ilgili ne hissettiğim konusunda daha net olabilirim. Benim sıralamamda, birinci sırayı kesinlikle 2008 yılında gösterime giren “Asteriks Olimpiyat Oyunları’nda” alır. İkinci sıra 2003 yapımı “Asteriks ve Oburuiks: Görevimiz Kleopatra”ya ait. Üçüncü sırada 1999 yapımı “Asteriks ve Oburiks Sezar’a Karşı” var. Bu filmi dördüncü sıraya yerleştiriyorum ve son sırada ise 2012 yapımı “Asteriks ve Oburiks Gizli Görevde” var. Son söz olarak, kimseye illa bu filmi gidip sinemada izleyin demem, zaten filmin yapımcıları arasında “Netflix” de var ve muhtemelen birkaç aya platforma da gelir ama dedim ya ben, biraz çocukluk anılarıma dönmek istedim ve benim gibi hissedenler için önerebileceğim bir film. Şimdiden iyi seyirler.
22) White Noise-Beyaz Gürültü/Noah Baumbach (2022): Kesinlikle benlik olmayan bir film. “Adam Driver” için izlemek istemiştim ama pek bana hitap eden bir içerik olduğunu söyleyemem. Yani popüler sinema ile sanat sineması arasında sıkışıp kalmış bir şey izliyorum gibi hissettim film boyunca ve yer yer keyif verse de genel olarak yorucu bir filmdi.
23) Venom 2: Let There Be
Carnage/Andy Serkis (2021): İlk film kadar beğendiğimi söyleyemem; gerçi ben
ilk filme de ölüp bitmemiştim ama “Tom
Hardy” oyunculuğu kendini izlettiriyor bir şekilde. Aslında oldukça
potansiyelli bir süper kahraman veya anti kahraman anlatısı ama iki filmlik
performansı için vasat diyebilirim. Evet, Tom Hardy role çok uygun bir seçim
ama keşke bu performans daha kuvvetli bir öykü anlatımı ile desteklenebilse. Ancak
her şey bitmiş değil; üçüncü film hala çok daha iyi olabilir.
24) Marmaduke/Mark Dippé & Phil
Nibbelink & Youngki Lee (2022): “Scooby Doo”
çok sevdiğim bir karakter ancak aynı cins bir köpek olan “Marmaduke”ü sevmedim. Şapşallığı ve saflığı Scooby gibi sempatik
gelmedi gözüme.
25) Rüyanda Görürsün/Cemal Alpan
(2023): Açıkçası sırf vakit geçsin diye izlediğim, daha doğrusu izlemeyi seçtiğim
bir filmdi ama hiç yalan söyleyemem oldukça zevk aldım. Romantik komedi
severlere mutlaka öneririm.
26) Ant-Man and the Wasp:
Quantumania/Peyton Reed (2023): Söze nasıl başlamalıyım hiç bilemiyorum, adeta kelimeler
bir süre boğazımda düğümlendi diyebilirim. Sanırım en iyisi klasik soru ile
başlamak: Filmi sevdim mi? Evet, kesinlikle sevdim. Zaten 2008 yılından beri
devam eden ve artık kendi standardını yakalamış bir sinema evreninden ve hatta
kendi adıma konuşmam gerekirse sinema tarihinin en büyük, en ikonik
olaylarından birisinden bahsediyoruz burada. Yani popüler sinemayı sevin veya
nefret edin, fark etmez. Bu projenin büyüklüğü ve sinemaya etkisi inkâr edilemez.
Kesinlikle üzerine akademik düzeyde dahi çalışılması gereken ve de çalışılacak
bir sinema olayından bahsediyoruz burada. Düşünsenize, birbiri ile öyküsel ve
karakter temelinde bağ kurmuş kırktan fazla film ve dizi var karşımızda. Kısacası
bir “Marvel Sinema Evreni”
izleyicisiyseniz, zaten sinema salonuna az çok ne alacağınızı bilerek
gidersiniz ve filmden de mutsuz ayrılmanız olası değildir çünkü bu filmler size
eğlence vaat eder ve vaat ettiği şekliyle de verir bunu.
Filmi kendi içinde değerlendirmeye geçmeden önce söylemek istediğim
birkaç şey var aslında. Malum, dünyayı sarsan pandemi süreci sebebiyle “Marvel”, bir anlamda 2020 yılını pas
geçti. Hatırlayın, 2008 yılında “Iron
Man” filmi ile başlayan süreç, yani “Infinity
Saga”, 2019 yılında “Avengers:
Endgame” ile muhteşem bir final yapıp bize adeta görsel bir şölen sunmuştu.
Ancak sanırım bu muhteşem finalden sonra gelen bir yıllık suskunluk hem film
takviminde sarkmalara neden olduğu hem de öyküsel bir kopukluk yaşanması
endişesi yarattığı için 2021 ve 2022 yıllarında Marvel tarafını açıkçası biraz
agresif buldum. Bu arada öyküsel kopukluk meselesine açıklık getirmek
istiyorum. Biraz önce de değindiğim gibi, bu evren onlarca projelik kocaman bir
dizi ve film serisi. Kısacası bu seri için birkaç yıl film ya da dizi
üretilmemesi demek, seyircinin genel öyküyü unutması ve sonrasında gelecek yeni
projelerde de öyküsel boşluklar oluşması demektir. Dolayısıyla böyle bir
ortamda seyirci kaybının yaşanması gayet doğal bir sonuçtur. Elbette bu benim
kişisel görüşüm ancak bu mantıkla baktığımızda Marvel son iki yılda her yıl
için dokuzar film ve dizi projesi piyasaya sürdü ve 2020 yılının acısını tam
anlamıyla çıkardı. Bize de Marvel Sinema
Evreni’ni unutmak için hiç şans vermedi. Ancak bu tavır başka bir sorun yarattı.
Öncesinde yılda ortalama üç Marvel filmi gelirdi ve bu denge seyircinin gelecek
filmi heyecanla beklemesine, teoriler üretmesine imkân verirdi. Oysa geçen iki
yılda Marvel bize pek düşünme ya da izlediğimiz şeyi sindirme fırsatı vermedi.
Bu ise kimi seyirci de bir bıkkınlık yarattı diyebilirim. Örneğin kendi
kardeşlerimi ele alayım. Bu haftasonu, “Ant-Man
and the Wasp” izlemek yerine “Asteriks
ve Oburiks: Orta Krallık” izlemeyi seçtiler. Oysa her ikisi de “MCU” filmlerine bayılır ve heyecanla
beklerlerdi. Ancak anladığım kadarıyla Marvel da bu sorunun farkına varmış ve
2023 yılında görece daha az dizi göreceğiz. Yani evet, diziler de güzel ve
evreni geliştirmeleri ve karakter zenginliği sağlamalarıyla kıymetliler ama bir
yandan da sanki sinema filmlerinin yarattığı evren kalitesini biraz düşürüyor
gibiler. Neyse işte umuyorum ki bu yıldan itibaren daha az MCU projesi izleriz.
Yani daha az ama daha kaliteli projeler; sonuçta bence nitelik her zaman
nicelikten daha kıymetlidir.
Şimdi filme dönelim. Şunu itiraf etmem gerekir ki “Ant-Man” kesinlikle benim favori süper kahramanlarımdan birisi değil. Çizgi romanda da, animasyon dizi ve filmlerde de veya MCU’da da. Yine de üç filmi de izlerken keyif almıştım, bu da bir gerçek. Ancak bu filmi diğer ikisinden ayrı bir yere koymak gerekiyor diye düşünüyorum. Şöyle ki ilk iki film, her ne kadar MCU içinde yer alan öyküler olsalar bile daha bağımsız olarak adlandırabileceğimiz maceralardı. Bu defa ise Ant-Man ve ailesi, tam anlamıyla “Multiverse Saga”nın tam ortasından olaya dâhil oluyorlar ve hatta geride kalan iki yılın projelerine kıyasla olaya en keskin teması kurup bize bu sagadaki ana kötümüzü tüm haşmeti ile sunuyorlar. Film daha yeni gösterime girdiği için sürpriz kaçıran vermemek adına öyküye değinmek istemiyorum ama filmde yer alan “Kang the Conqurer” varyantı fazlasıyla etkileyiciydi ve açıkçası saganın sonraki yapımları için iştahımı arttırdı. Kang’in diğer varyantları ile karşılaşmak için kesinlikle sabırsızlanıyorum. Farkındayım, her ne kadar sürpriz kaçıran vermek istemesem de bu söyleyeceğim biraz ona girecek ve fakat buna değinmeden edemeyeceğim. Bu filmde “Michael Pena” tarafından canlandırılan “Luis” karakteri yer almıyor ki bence MCU’nun Ant-Man filmlerini özel kılan şeylerden birisi Luis’in varlığı, esprileri ve olayları özetleme, anlatma biçimiydi. Gözlerim film boyunca kesinlikle onu aradı. Evet, bu filmin öyküsü daha aile içi bir öyküydü ve daha çok “Scott”ın kızı ile ve “Hope” ve “Hank”in de “Janet” ile yeniden bağ kurması üzerineydi. Yani tema aile olmak ve ailenin gücüydü. Yine de, hadi ama dostum, sonuçta Luis de Scott’ın ayrı anneden kardeşi gibi bir şey değil miydi? Bence filmin en büyük eksiği ve hatası yola Luis olmadan devam etmesiydi. Yine de öyküsel olarak kesinlikle üçlemenin zirve noktası olan bir film izledik ve MCU severlere bu Marvel şölenini kaçırmayın derim. Bu arada filmin iki tane jenerik (tanıtımlık) sonrası sahnesi var, bunu da not düşmüş olayım. Hepinize iyi seyirler.
28) Aladdin/John Musker & Ron
Clements (1992): Çocukluğumun ilgi çekici “Disney” filmlerinden birisi daha; bu ara bunlara sardım. Önce “Mulan” serisini yeniden izledim. Şimdi
de “Aladdin”i bitirmeye kararlıyım. Bu
filmleri izlemesi hem keyifli hem nostaljik hem de açıkçası çocukluğumda
televizyonda izlediğim için hep bir yarım kalmışlık durumları var. Artık yarımları
tam yapma zamanı.
29) Aladdin: Cafer’in Dönüşü/Toby
Shelton & Tad Stones & Alan Zaslove (1994): Hızımı
alamadım ve başlamışken ikinci filme de devam ediyorum. Hatırlıyorum da
çocukken bu Cafer karakterini hep ürkütücü bulurdum ki hala da değişen bir şey
yokmuş onu fark ettim.
30) Yılanların Öcü/Metin Erksan
(1961): Bunu fırsat buldukça söylerim; Türk sinemasının en başarılı, en güzel
filmleri 1960’lı yılların o yoğun üretim döneminde çıkmıştır bana göre. Elbette
üretilen yüzlerce filmin hepsi iyi değildir ama bu yoğunluk “Metin Erksan” gibi iyi yönetmenlerin
gelişimine ve az olsa da etkili filmlerin üretimine zemin hazırlamıştır. “Yılanların Öcü” de bence bu filmlerden
birisi; mutlaka izleyin derim.
Bir önceki listeye buradan ve bir sonraki listeye de şuradan ulaşabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder