3.
Gün:
Döndüm, elbette "Burabay Milli
Parkı"nın altını üstüne getirdikten sonra. İki gündür benimle uğraşan,
yeri geldiğinde rehberim, yeri geldiğinde çevirmenim olan Zhuma belli ki çok
yoruldu. Ben yazmaya başlarken o yan koltukta çoktan uykuya dalmış durumda. Yaptığı
her şey için ona bir kere de buradan teşekkür etmek istiyorum. Bu iki gününü
bana ayırdığın için minnettarım.
Peki, Burabay nasıl bir yer? Öncelikle
kesinlikle benlik bir yer. Biliyorum önceki paragraflarda çok fazla köy
muhabbeti yaptım ama burası da bana köyümü hatırlattı; tabi köyüm Iphone 15
diyelim, Burabay da 15 Pro Max falan, hatta daha üstü. Yine de dağları,
ormanları nefesimi kesti diyebilirim. Üstelik göl de varmış ki pastanın çileği
gibi oldu.
Sizi en son bıraktığımda trende manzarayı, bozkırı
izliyordum. Astana'da 08:30'da bindiğimiz tren 11:50 gibi Burabay'a vardı.
Trenden iner inmez uygulamaya gerek kalmadan yaşlı bir taksici amcaya denk
geldik. Arabasını daha dün akşam değiştirmiş ve henüz koltuk paketlerini bile
çıkarmadan ilk müşterileri biz olduk. Taksimizi bulduktan sonra önce şehrin
içinden, ardından orman yolundan gittiğimiz yaklaşık 30 dakikalık bir taksi
yolculuğumuz oldu ve Burabay Milli Parkı'na varmış olduk. Burada öncelikle
Kazaklar için önemli bir lider olan "Abılay Han"ın mezarı bulunuyor.
Aynı zamanda dağlarla ve ormanla çevrili bu ilk geniş alanda hediyelik eşya dükkânları,
birkaç restoran, binek atları, ehlileştirilmiş kartallar ve fotoğraf çekimi
için geleneksel kıyafetler bulunuyor.
Taksiden inip alana girişimizin ardından ben ilk
iş olarak bir kartalı elime aldım. Uysal görünmekle birlikte bir ara parmağımı
kapmak için ufak çaplı bir çabası da olmadı değil. Yine de garip bir histi
çünkü kartal benim için bir haşmet, azamet sembolüyken aynı zamanda da
çocukluğumun korku dolu bir anının sembolü, hindilerimin korkulu rüyası bir
avcıdır. Ancak elime aldığım hayvan ise sadece bir araçtı, doğada tek başına
var olamayacak bir bağımlı. Neyse, ikiyüzlülük olmasın şimdi; parasını verip o
hayvanı elime aldım ve sistemi destekledim. Gerçi bir yandan da bunun
yaşatılmaya çalışılan bir gelenek olduğunu da düşünürsek çok da olumsuz
bakmamak lazım sanırım.
Kartaldan sonra aslında niyetim direkt olarak
at binmekti ama oradaki dükkân sahipleri ile konuşan Zhuma, Burabay Gölü'nün de
çok uzakta olmadığını öğrenince yürüyerek oraya gitmeye karar verdik.
Ormanın içinden giden araç yolunu takip ederek
şahane bir orman manzarası ve bol oksijen eşliğinde 20 dakika civarı bir
yürüyüş yaparak göle ulaştık. Ben gördüğüm manzaraya kesinlikle âşık oldum ve
böyle bir güzelliğin hiçlikten var olamayacağına da ayrıca bir kez daha emin
oldum. Bazı anlar vardır hani, her zaman olmaz ama olduğunda hissedersin.
Kendinden daha yüce bir güç ile bağ kurduğun bir an olur. Bu güç belki bir Yüce
Yaratıcı, belki Allah veya belki de bizzat doğanın kendisidir ama o an, orada
onu hissedersin. İşte bugün Burabay Gölü bana o hissi tekrar yaşattı. Aslında
bir yanım sanki gölden hiç ayrılmak istemedi ama işte her zaman her isteğimiz
olmaz.
Orada olmaktan keyif aldığımı gören Zhuma pek
ses etmese bile üşümeye başladığını fark ettim ve yakında bulunan bir kafeye,
sıcak bir şeyler içmeye gittik. Aynı marka mı ya da sadece isim benzerliği mi
bilmiyorum ama mekânın adı "Tary" ve elbette ben burada da Kazak çayı
içtim. Yanında da tatlı atıştırmalık bir şeyler söyledik ama gelen tabaktaki
tatlıların yarısı peynirden yapılmıştı. Normalde pek peynir yemeyen biri olarak
iki gündür fazla peynir tüketir oldum. Bu arada söylemeyi unuttum Burabay'a
geliş yolundayken Zhuma bana başka bir peynir daha denetti. Kurut olarak
adlandırılan (sanırım ülkemizde de var) bu peynirin tuzlu olduğunu söyledi. Bence
yediğim şey peynir değil de direkt tuzdu fakat Zhuma'ya göre bana verdiği ancak
yarı tuzlu bir versiyonuymuş. Bunun tam tuzlusunu hayal etmek bile istemiyorum.
Neyse efendim; çayımızı içtik,
atıştırmalıklarımızı yedik ve bir güzel ısındık. Böylece tekrar yürüyüşe ve
doğanın soğuk ama şefkatli kollarına dönmeye hazırdık. Kafeden çıkıp gölden
uzaklaşırken sanırım şunu da belirtmem gerekir; ben bu göle kış makyajında âşık
oldum ama siz özellikle yazın gelebilirsiniz. Yaz döneminde gölde yüzmek, balık
tutmak gibi aktivitelerin yanı sıra bisiklet sürmek de çok keyifli olacaktır.
Üstelik kuvvetle muhtemel yazın tüm o dükkânlar da açık olacak ve her yer insan
dolup taşacaktır.
Gölden ayrıldıktan sonra geldiğimiz yolu geri
dönüp bir başka keyifli doğa yürüyüşü yapmış olduk ve atların bulunduğu alana
ulaştık. Ben ömrü hayatımda hiç ata binmedim; en azından bindiğim at hareket
halinde olmadı diyelim. Biraz hayal meyal ama sanırım çok çok küçükken bir
sefer babam beni bir ahbabımızın atına bindirmişti ama tabi hayvan olduğu
yerden milim oynamamıştı. Burabay'a dönecek olursak; sonunda ata binmiş oldum
ama bu da tam olarak at sürmek sayılmaz. Ben oturdum, görevli atı çekti ve
öylece devam ettik ama yalan yok atın üstünde olmayı sevdim. Belli mi olur,
belki de Sivas'a döndükten sonra öğrenirim.
At meselesini de aradan çıkardıktan sonra
birkaç hediyelik eşya dükkânı gezdik ve çok içime sinmese de bana Burabay'ı
hatırlatacak bir anı eşyası almış oldum. Sonrasında ise öğlen bizi getiren ve
dönüş için de söz aldığımız taksici saat 17:00 gibi bizi almaya geldi ki bu
defa koltuk ambalajları artık sökülmüştü. Gidiş yolunda hava ufaktan kararmış
olduğu için manzara izlemek yerine sıcak arabanın içinde biraz uyukladım ve göz
açıp kapayıncaya kadar şehir merkezine geri döndük. Sonrası ise bir saat kadar
garda trenimizi beklemek ile geçti. Şimdi ise Astana'ya doğru tam gaz devam
eden trenimizin içindeyiz. Ben bugünün yazısını bitirirken Zhuma ise hala
uyuyor. Tren Astana'ya vardıktan sonra ona veda edip hostelime döneceğim ve kim
bilir bir daha ne zaman görüşebileceğiz. Yarın ben Almatı'ya doğru yol alırken
o da günlük hayatına dönecek ama bu iki gün ömrümüzün sonuna kadar bizim
olacak; teşekkürler Zhuma.
4. Gün:
İlk andan itibaren sevemediğim Friends
Hostel'deki ikinci ve son gecemin ardından 11 Kasım Pazartesi sabahı 08:30
civarında uyandım ve 12:05 Almatı uçuşuna yetişmek için hazırlanmaya başladım.
Her şeyim hazır olduktan sonra karlı Astana'ya veda edip bilinmezlerle dolu
Almatı'ya kavuşmak için bir taksi çağırdım ancak Friends Hostel ayrılmadan bana
son kazığını da atmış oldu. Şifre ile giriş yapılan ana kapıdan dışarı çıkıp
cadde üstünde taksimi beklemeye başlamıştım ki seçtiğim taksi cadde girişine
gelmek yerine başka bir girişten hostelin yer aldığı sitenin içine giriş yaptı
ama ben geri dönemedim. Neden? Çünkü hostelin bana verdiği şifre çalışmadı ve
kapıyı açamadım. O sebeple de dibimdeki taksiyi iptal ettirip yenisini beklemek
zorunda kaldım ki 09:15'de yola çıkmayı planlayan ben ancak 10:00'dan sonra
hedefime ulaşabildim. Tabi tek aksilik bu değildi. Yaklaşık 35 dakika süren bir
yolun ardından beni havalimanına yetiştiren taksicinin de benim de param
çıkışmadı. Yol ücreti 4800 Tenge tuttu ama bende sadece 10 binlik banknotlar ve
küçük para olarak da 4 bin Tenge vardı. O ise 10 bini bozamıyordu. Geçen
taksicilere sorduk ama kimse yardımcı olamadı ya da belki olmadı. Check-in
süresini kaçırmaktan korktuğum için sırt çantamı taksiciye emanet bırakıp
koşarak havalimanına girdim ve orada bulduğum döviz ofisinde biraz Euro
bozdurup adamın parasını elde ettim. Parayı ödeyip çantamı aldıktan sonra bir
an çantamdaki eşyaların yol parasından daha fazla edeceğini düşündüm. Adam alıp
gidebilirdi. Ben de çantamın peşine düşmek ile uçağa yetişmek arasında bir
seçime zorlanabilirdim ama günün sonunda böyle bir şey yaşanmadı. Ben adama en
başından güven duydum bir şekilde ve bunun karşılıklı olduğuna inanmayı seçtim.
Neyse bu konuyu gereksiz uzattım. Sıra geldi uçağa binmeye. Açıkçası ben bir
ara uçuş iptal olur diye de düşündüm. Fazlasıyla yoğun bir kar yağışı vardı ama
her şey yolunda gitti ve tam zamanında uçağa biniş yaptık ama aksilik bundan
sonra başladı. Tam 40 dakika kalkış için bekledik. Haliyle Almatı'ya iniş de
ona göre daha geç oldu.
Almatı Havalimanı'na ulaştıktan sonra ilk iş
bir ağrı kesici aldım çünkü uçaktayken başım ağrımaya başlamıştı. O sebeple
ilaç içtikten sonra da bir süre dinlendim. Ardından da uygulamadan taksi
çağırdım. Bu arada aklınızda bulunsun taksiyi paylaşımlı olarak da
seçebiliyorsunuz. Böylece daha uyguna geliyor. Taksi geldi, yerelden genç bir
Rus kız ve ben bindik. Biraz umutlandım belki o İngilizce biliyordur da taksici
ile iletişimde yardımcı olur ama o, taksiye biner binmez gözlerini kapatıp uyku
moduna geçti. Böylece gayet sessiz 35 dakika kadar bir yolculuk sonrasında
"Wanderlust Boutique Hostel" adlı yeni mekânıma ulaşmış oldum.
Hostelin ödemesini yaptıktan sonra cuma gününe kadar evim olacak odaya ve
yatağıma yerleştim. Sekiz kişilik karma bir yatakhane seçtim ama günün sonunda
asker koğuşu gibi bir odam oldu. Gerçi gördüğüm kadarıyla hepsi oldukça sessiz,
kendi işinde insanlar. Hostele yerleşme karmaşası bittikten sonra akşam yemeği
için çalışanların tavsiyesi ile üst caddedeki Gürcü Restoranına gittim.
Öncelikle menü inanılmaz çeşitliydi ama yorgun ve baş ağrılı bir halde
olduğumdan yeni bir şey denemeye pek gücüm yoktu açıkçası. O sebeple bizim
Trabzon Pidesi'ne benzeyen "Acharian Khachapuri" ve yanında da neden
bilmem kırmızı şarap istedim. Açıkçası pide şahaneydi. Cuma günü AŞTİ'DE
yediğime kesinlikle fark atar. Hem porsiyon olarak tahmin ettiğimden daha büyük
geldi hem şahane yumuşaklıkta bir hamuru var hem içinde okyanus gibi bir peynir
dolgusu var hem de yedikten sonra midene oturup seni rahatsız etmiyor. Tabi ben
maalesef tüm porsiyonu bitiremedim, bana fazlasıyla çok geldi. Belki başka
yemeklerin yanında iki kişi için sipariş edilmesi daha uygun olur. Diğer
taraftan şarap başka bir konu; her gece bir kadeh için uğrayabilirim.
Yumuşaklığı, tatlılığı beni benden aldı diyebilirim.
Yemekten sonra ise cadde üstünde bir markete
uğrayıp birkaç atıştırmalık ve su alıp hostele döndüm. Ardından da güzel bir
duş ve şimdi hostelin ortak alanında oturmuş bu satırları yazıyorum. Açıkçası
hala biraz baş ağrım var. O yüzden sanırım bugünü erken kapatacağım. Yatağıma
geçer, bir film izler ve ardından da güzel bir uyku çekerek yarına, Almatı'nın
bana sunacağı sürprizlere hazır olurum. Sana geldim Almatı, neyin varsa göster
bakalım.
Yorumlar
Yorum Gönder